yasar kemal in cukurovali kahramani

Site De Rencontre Sans Inscription Et Gratuit. Zilli Kurt Türk ve dünya edebiyatının en önemli yazarlarından Yaşar Kemal’in yaşamanı yitirdiği için yazamadığı romanını anlatan “Zilli Kurt” belgesel filmin ilk gösterimi Adana Altın Koza Film Festivali’nde yapılacak. Zilli Kurt, Yaşar Kemal’in, babasının camide öldürülmesiyle daha çocuk yaşta Adana’da ırgatlık yapmak zorunda kaldığı günlerde “komünistlik” suçlamasıyla gözaltına alınması ve bu nedenle Çukurova’yı terk etmek zorunda kaldığı dönemi anlatıyor. Ünlü edebiyatçının hedefi son kitabı olarak hayatının bu dönemini yazmaktı. Ancak ömrü yetmedi. Yönetmenliğini Ecevit Kılıç’ın yaptığı Zilli Kurt, Yaşar Kemal’in yazmak istediği bu kitabın belgesel filmi. Belgeselde Yaşar Kemal’in, o dönemini anlattığı ve “Boynuma komünistlik zili asarak beni zilli kurt yaptılar” dediği kendisine ait ses ve görüntü kayıtları yer alıyor. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle çekilen usta yazarın çocukluğunu Mehmet Güçlü oynuyor. Filmde Ayrıca o döneme tanıklık eden, dostları, yakınları ve birlikte tarlalarda ırgatlık yapan köylüler de usta yazarı anlatıyor. 28 Eylül Cumartesi günü saat Adana Altın Koza Film Festivali’nde ilk kez gösterilecek olan Zilli Kurt, ayrıca Yaşar Kemal’in yazarlık serüvenini aktarıyor, ilk yazılarını yazdığı ve “İnce Mehmed”le taçlandırdığı bir dönemi. Yaşar Kemal aramızdan ayrılalı 4 yıl oldu. Ölüm yıl dönümünde efsane yazar unutulmadı. Onun romanları, şiirleri, öyküleri ve bir çok eserleri mevcut. Büyük usta Yaşar Kemal 6 Ekim 1923 tarihinde dünyaya geldi. 28 Şubat 2015 tarihinde hayata veda etti. Bizde onun ölüm yıl dönümünde özel hayatını ele aldık. Peki, Yaşar Kemal kimdir? İşte Yaşar Kemal'in hayat hikayesi ve unutulmaz sözleri... YAŞAR KEMAL KİMDİR, NERELİ? Yaşar Kemal, 1923 yılında Osmaniye'de dünyaya geldi. Aslen Van-Ercişli olan yazarın ailesi I. Dünya Savaşı nedeniyle Adana'ya göç etmek zorunda kalmıştır. Ortaokul döneminde ırgat katipliği, memurluk, ırgatlık, kontrolörlük ve öğretmen vekilliği gibi çeşitli işlerde çalışmak durumunda kalan Yaşar Kemal hayatın zorluklarıyla olgunlaşmış birisidir. Edebiyat yapmayı çok küçük yaşlarda kafasına koymuş olan Yaşar Kemal, ilk sanat çalışmalarına ilkokula başlamadan önce şiirle başlamıştır. İlkokul zamanlarında aşıklarla atışacak durumda olan yazar annesinin engel olmasından dolayı saz çalmayı tam anlamıyla başaramamıştır. EDEBİ HAYATI Türk Edebiyatın en önde gelen yazarlarından birisi olan Yaşar Kemal yazın hayatına Türksözü gazetesinde 1939 yılında başlamıştır. İlk eseri olan Ağıtlar isimli kitabı Adana Halkevi tarafından 1943 yılında çıkartılan yazarın edebiyat dünyasındaki etkinliğinin başladığı yıl bu yıl kabul edilir. Yaşar Kemal'in dünyada ilk kez yayımlanan eseri, Bebek öyküsüdür ve önce Fransızcaya, sonra İngilizceye, İtalyancaya, Rusçaya ve diğer çeşitli dillere çevrilmiştir. İlk öykü kitabı Sarı Sıcak'la ünlenen yazar ilk romanı İnce Memed'le ise hem ülkemizdeki popülaritesini arttırmış hem de dünyaca ünlü bir yazar olmaya başlamıştır. İnce Memed yaklaşık kırk dile çevrilerek yayımlanmıştır ve İnce Memed kitaplarının yurtdışındaki baskısı yüz kırktan fazladır. Dünyaca ünlü romanı İnce Memed'i 1947 yılında yazmaya başlayan yazar çeşitli sebeplerle romanını yarım bırakmış ve sonrasında 1954 yılında bitirmiştir. Romanın fikir kaynağı yazarın eşkıya olan ve vurulan amcasının oğludur. Eserde yer alan 'Çakırdikeni' hikayesi aslında bir bakıma eşkıyalığın felsefesinin yapılmasıdır. Yazar, Yaşar Kemal ismini ilk kez Cumhuriyet gazetesinde yazarken kullanmaya yaşlardan beri sosyalist politikanın içinde olan yazar dünyaya bakışını söyleşilerinde "Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum" diyerek ifade etmiştir. Yazar edebi çalışmalarında halka dönük olmayı seçmiş ve yapıtlarında insani değerlerden kopmamaya çalışmıştır. Yazar siyasi görüşüyle sanatının paralel olduğunu ve "halk ve doğaya inandığını" dile getirmiştir. Yazar pek çok yapıtında Anadolu''nun efsane ve masallarından yararlanmıştır. Böylesine derin bir altyapıyı oluşturmak içinse gençlik yıllarında Çukurova'yı ve çevre illeri karış karış gezmiş yeni insanlarla tanışıp bilmediği şeyler öğrenmiş ve çoğundan eserlerinde yararlanmıştır. PEN Yazarlar Derneği üyesi olan yazar, aynı zamanda Nobel Edebiyat Ödülüne aday gösterilen ve gerek yurt içinde gerek yurt dışında yapılan anketlerde Nobel Edebiyat Ödülü'nü alması gerektiği konusunda öne çıkan birkaç isimden birisidir. Edebiyat hayatı boyunca yüzlerce ödül almış olan yazarın en çok ödül aldığı ülkelerden birisi kuşkusuz Fransa'dır. 2011 yılında Fransa'da Legion d'honneur ödülüyle ödüllendirilen yazarın ayrıca ülkemizde 2008 yılında aldığı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ve 2013 yılında aldığı Krikor Naregatsi Nişanı başlıca göze çarpan yazarın 2013 yılında Norveç'te aldığı 'Bjornson Ödülü' önemli bir yer tutmaktadır. YAŞAR KEMAL SÖZLERİ * 'O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. * İnsan çürümedikçe şiir çürümez. * Hayat, umutsuzluktan umut yaratmaktır. * Dağın öte yüzü güneşe bakıyormuş çocuklar. De hadi davranın, Güneşle sohbetimiz var. Geç kalmayalım... * Kendimi bildim bileli zulüm görenlerle, hakkı yenenlerle, sömürülenlerle, acı çekenlerle, yoksullarla birlikteyim. * Ateşi yandıran kavdır. Demiri dövdüren tavdır. * Gülümse bitsin karanIık, Gülümse karamsarları şaşırt, Gülümse güller açsın yüzünde, Gülümsemenle yayılsın ışık, Dünyayı ısıtmasan da güneş gibi. * Belki bir yerlerde,bir köşelerde kuş alıp salıverecek kadar yüreği yufka birkaç insan kalmıştır,kim bilir belki. * Hep işe yüzeyinden bakmak, işte bu kötü. Neyi alırsak alalım elimize, derinine inmiyoruz. Derine gitmek bir çaba işidir. Dışta ne görürsek, ne gözümüze çarparsa, işte bu budur deyip işin içinden sıyrılıyoruz. * Çöplükler, şehirlerin tıpı tıpına aynasıdır. Bir şehir pisse, aşağılıksa, kalleşse, acımasızsa o şehrin çöplükleri bin misli daha pis kokar. Leş gibi... * Bir kimseden mi kaçıyorsun, bir düşman mı bekliyorsun, koy kulağını toprağa dinle. Karşı, uzak tepenin arkasından giden atın nal seslerini yanındaymış gibi duyarsın. * Dünyanın ucunda bir gül açmış, efil efil esen yele merhaba. Karanlığın sonu bir ulu şafak, sarp kayadan geçen yele merhaba. * Her bir şey onarılır, aşağılanmış, kendi gözünde kendini aşağılamış, dedikodu namussuzluğuna başvurmuş insanın çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu onarılmaz. * Konuşan insan, öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmayıpta içine gömüldü müydü, sonu felakettir. * Bir topIum, hoşgörüsü kadar güçIü, sağIam, hakIıdır. ZuImü kadar zaIim, zayıftır. IrkçıIık ise en korkunç hastaIıktır. * Dünya on binlerce çiçekIi bir küItür bahçesidir; her çiçeğin ayrı bir rengi ve kokusu vardır. Bir çiçeğin koparıIması bir rengin, bir kokunun yok oImasıdır. Tek diIe, tek renge kaImış bir dünya hapı yutmuştur. * Bizi düşünmeye alıştırmamışIar. Üstelik de düşünmeyelim diye ellerinden geIeni yapmışlar. Düşünmeye çalışanları da hep öldürmüşler. * İnsan, evrende gövdesi kadar değil, gönlü kadar yer kaplar. * Düşünmek en küçük anlamda, var olmak demektir. * İnsan, evrende gölgesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar. Haberler Kültür-Sanat Yaşar Kemal kimdir, nereli? Yaşar Kemal'in unutulmaz sözleri Adana’da doğup büyümüşler, hele ki okumuş yazmış, şiire, romana, sinemaya gönül vermiş her Çukurovalı, Yaşar Kemal’le övünür! Yaşar Kemal’in hemşerisi olmanın gururunu yaşar ya da koltuğu kabarır! Her Kolombiyalının Gabriel Garcia Marquez’le, her İngiliz’in Shakespeare’le övünmesi gibi… İnanın, istisnasız böyledir. Ortak aklın, ortak sevginin parçası gibidir Yaşar Kemal...İnsanlar memleketinden çıkmış sanatçılarla övünür ama Adana’nın yazıya çiziye meraklı olanları, durduk yerde, olur olmaz yerde gurur duyar!Bu ender yaşanan bir durumdur ve çok güçlü bir bağ kurulur Yaşar Kemal’le...Siyaseten hangi eğilimden olursa olsun, Adanalılar için semboliktir Yaşar Kemal... Pamuk gibi, portakal, Adana kebabı gibi!..Bu arada fikren çook ayrı düşünse de kentin Belediye Başkanı da Yaşar Kemal’in heykelini diker!..Çünkü Yaşar Kemal sadece Çukurovalı değildir, sadece evrensel romancı değildir; öyle ya, vicdanın da adıdır, onurun-gururun karşılığıdır ve tertemiz gelip geçmiş bir hayatın öznesidir. Babam ki okumaya meraklı bir adamdı. Adana’nın arka sokaklarında berberlik yaptı 50’li yaşlarına kadar. Yaşar Kemal’i tıraş etmişliği de vardı 1950’lerde…Mektebe başladığım zamanlarda “oku” diye verdiği ilk kitap, Yaşar Kemal kitabıydı. İnce Memed ve Teneke’ yıllarımda Tommiks, Teksas da karıştırdım ama “Evladım, bizim buraları, Çukurova’yı anlatıyor, bizi anlatıyor, çok büyük yazardır her fırsatta oku!” derdi. Öyle yaptım…Ki sonraki yıllarda tanıyınca, hele ki pek çok defa belgeselini kotarınca, romanlarının ve yaşamının ayrıntılarına hâkim olunca, baba yarısı saydım Yaşar Ağabey’i…Bu arada Yaşar Kemal de açıkçası Çukurovalılara az biraz torpil geçmiştir! İstanbul’a taşı toprağı altın diye gelenlere, ya da yazarçizer, oyuncu olmanın hayalini kuranlara hep kol kanat gerdi, Kemal’in Çukurova insanına ağabeylik yapması doğaldır dilin, aynı doğanın, aynı iklimin, aynı argonun çocuğudur çünkü. Yaşar Kemal, Çukurova’da çok acı çekmiştir! Çok bela geçmiştir başından ama bir o kadar da Çukurova’dan beslenmiştir. Hapislerde yatmış, ırgatlık yapmış, arzuhalci olarak didinmiş, yoksul ve yoksun kalmış… Ama…Çukurova’nın börtü böceğini, toprağını, dokusunu ve elbette insanını çok ama çok iyi hissetmiş, öğrenmiştir. Ve çok iyi de anlatmıştır destancısını, eşkıyasını, yaylasını, göçeri-göçmenini, hayal ve umutları muhteşem aksetmiştir romanlarına. Büyük serüvenleri sayfalarca anlatıp durmuştur. Torosların geleneklerine, insanın doğayla uyumuna, doğanın dönüşümüne, erozyonuna, tahribatına, Çukurova’nın binbir çiçekli bahçesine, ovasına o kadar hâkimdir ki... Baskılar karşısındaki Çukurova insanının başkaldırışına… Mübadeleden kırılanlara, toprağından göçmek zorunda kalanların trajedisine, paramparça oluşuna öylesine eğilmiştir ki…Ve o denli evrensel ve lirik anlatmıştır ki, bu yüzden 40 dile çevrilmiştir eserleri. Çukurova üzerinden büyük insanlık hikâyeleri anlattığı içindir ki, Torosların izbeliklerindeki İnce Memed’in başkaldırdığı Abdi Ağa… Sicilya’daki zalimdir… Ya da San Francisco’daki çete reisi... Ya da büyük kentlerden birindeki gözü kara insanlık düşmanıdır aslında! Kısacası, Yaşar Kemal! Türkiye’nin evrensel yazarı, Çukurova’nın tasvir ustası. Onun bıraktığı izlerde dolaşmak muhteşem!Güller içinde uyusun… Çok özlüyoruz onu, çok!Yaşar Kemal’in Çukurova’sı, benim de âşık olduğum Çukurova’ydı. Erkenden düştük yollara… Muhteşem bir ekiptik. Işıl ışıl gözlerle dinleyen dostlar, her ağıtta gözyaşı döken, her şakada kahkaha atan yurdun dört bir yanından gelen bir avuç Yaşar Kemal’in Çukurova’sı’ gönüllüsü insan. Ezgilerle, türkülerle, yollarla, zamansız bir hayata bıraktık kendimizi… Ben anlatıcıydım ama yine öğrencilik yaptım. Yine öğrendiklerimi tazeledim. Taze bir ruhla döndüm İstanbul’a. Teşekkürler Barış Ataş, teşekkürler Selçuk... Düş Patikası’ndaki yolculuğumuz için…Anavarza-YılankaleYıllar boyu ironi yapılır. Yaprağın düşüşünü, kartalın uçuşunu, böceğin ötüşünü sayfalarca anlatır her romanında. Roman kahramanı olur her bir doğa parçası, sonra olaya’ geçer usta yazar. Romanlarında çokça geçen Yılankale ve Anavarza’dan düz ovaya baktığınızda az bile yazdığını düşünürsünüz. Uçsuz bucaksız muhteşem bir Ova… Hele ki 50’ler 60’lar Çukurova’sı ki… Yeşilin her tonu, renklerin her biri, çiçeğin bin bir çeşidi, taşların sırrı... Büyük uygarlığın izi vardır Anavarza’da bir de. Surlar, kaleler, yollar, kapılar... Binlerce yıl öncenin yaşanmışlıkları alıp götürür; gözünüzden yaş gelir, geçmiş uygarlıkların üzerinde yaşamaya devam ettiğinizi hissedince…Anavarza Kalesi ve Yılankale, hem yakın hem uzaktır birbirine ama Yaşar Abi çok anlatır her iki kaleyi, her iki kaleden kuşbakışı görünen Çukurova’yı... Kuş demişken! Kartalları da anlatır tabii. Çocukluk yıllarında Anavarza Kalesi’nde çokça olan ama doğa tahribatı sonucu, zirai ilaçların kullanımı nedeniyle şimdi yok olan kartalları. Artık gelmez olur kartallar! Size üzücü bir haber daha vereyim. Anadolu’nun büyük uygarlıkların beşiği olmasıyla övünürüz de, uygarlıklardan bize kalan mirası koruyamayız. Görüyorsunuz! Fotoğraflarda da görüyorsunuz, anlatmama gerek yok! Anlatmayacağım, görüyorsunuz! Kazılardan çıkarılan antik taşların nasıl tulumba yalağı olduğunu, nasıl mangal haline getirildiğini ve dut ağacına çıkmak için merdiven niyetine nasıl da kullanıldığını… Doğum yeri hemite13 yaşına kadar büyüdüğü, babasının öldürülüşüne tanık olduğu Hemite Camii… Gün doğumunun ve gün batımının efsaneleştiği Ceyhan Irmağı… Yaşar Kemal’in sağlığında yapılan ve açılış törenlerinde mutlu olduğu Yaşar Kemal Kültür Merkezi ve bence Yaşar Kemal heykeli’ diye de tanımlayabileceğimiz İnce Memed anıtı’. Öyle ya, Yaşar Kemal de haklının yanında vicdansıza başkaldırının sembolü… Köylülerden mutlusu yoktur. İşte burası Hemite Kalesi, Yaşar Abi çok çıkmıştır çocukluğunda, çelik çomağı kalenin zirvesinde oynamıştır. İşte, anası Nigâr Hanım, babası ki öldürülmeden önce gözünün önünde, bu evin avlusunda kurmuştur çocuk hayallerini… Ve işte Yaşar Kemal Parkı… Bu Park’ta her yıl 3-5 şenlik yapılır. Çocuk şenliği ki, ilkokul çocukları Yaşar Dede’lerinin resmini yapmak için yarışır. Romanlara konu olan Ceyhan Nehri kıyısında hiç değişmez börtü böcek sesi, sazlıklardan havalanır karabataklar…Yaşar Kemal’in yiğit kadını Halet Çambel, Yaşar Kemal’in “yiğit” diye tanımladığı Prof. Halet Çambel... Geç Hititler uygarlığını 75 yıl boyunca kazıp durdu. Ortaya Karatepe’de “Açık Hava Müzesi” çıkıverdi. Selvi Boylum Al Yazmalım filminin de çekildiği mekânları kapsar. Barajıyla, kazdıkça çıkan muhteşem hazinesiyle bir cennettir, bir derstir… Yaşar Ağabey, 1950’lerden bu yana ekibiyle kazı yapan Halet Abla’yı hiç yalnız bırakmadı. Çok anlattı onu kitaplarında, çok yakın dost oldu. Çukurova’sındaki antik hazineyi kazandırdığı için ömür aldı Halet Çambel’den, ömrüne ömür kattı… Aslan heykelini görüyorsunuz. Sadece bu heykel 8 yılda çıkarıldı! Aslında muazzam bir aşk ve evlilik hikâyesi de var ki Halet Hanım’ın sayfalara sığmaz, roman olur! Şu kadarını yazalım. Nazım’ın ortak şiir kitabı çıkardığı Nail Çakırhan, ki babadan alaylı mimardır, Muğla evleri tadında evler binalar inşa etmiştir; Karatepe kazı şantiyesini de…Adana sokaklarında başladı İnce Memed Yaşar Kemal’in belalı, zorlu çocukluk ve ergenlik zamanlarının ardından geldiği ve Arif-Abidin Dino’yla tanıştığı Adana kenti… Şehrin eski mahallesinde “Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde iki yıl bekçilik yapar Yaşar Kemal. Ve gece gündüz, raflardaki tüm kitapları okur. Homeros’tan klasiklere, ilk dönem Türk edebiyatına; Karacaoğlan Dadalooğlu ve Köroğlu’na... Ne yazık ki Ramazanoğlu külliyesi tek binayla yerinde dursa da ne Kütüphane’den eser var ne de müştemilatlardan. Otluk, otoparklık ve depoluk olmuş. Ama özür niyetine 2 kilometre öteye, Abidin Dino’yla birlikte heykelini dikmişler Yaşar Ağabey’in...Yanında da bir başka efsane Orhan Kemal’in yarenliği… Üç dost, 60 yıl önce şimdi Büyükşehir Belediye Binası’nın yanındaki Halkevi Bahçesi’ne kurulur edebiyat konuşurlarmış. Yaşar Ağabey, tam o sıralarda başlamış yazmaya İnce Memed’i ve Abidin Bey sayesinde dönemin Cumhuriyet Gazetesi’ne başlamış. Muhteşem Çukurova röportajları ve İnce Memed tefrikası. Ve 40 dile çevrilmiş destansı roman… Orhan Kemal demişken, Adana’nın hüznüdür, ıstırap şarkısı gibi bir hayattır Orhan Kemal... O da acı çekenlerden... Pek çok romanını Milli Mensucat Adana Fabrikası’nda çalıştığı 7 yıl boyunca tasarlamıştır. Fabrika mı? O şimdi enkaz!Adana Sinema Müzesi’ Yaşar Kemal de orada, Orhan Kemal de, Yılmaz Güney de... Adana’nın bağrından kopup gelmiş tüm sinemacıların ya posterleri ya izleri ya afişleri ya da balmumu heykelleri var… Ki Yılmaz Güney’e ait oda’ var Müze’de…Adana’da film bobinleri taşırken, İstanbul’a taşınan ve Yaşar Kemal’e, Cumhuriyet’e uğrayan Yılmaz Güney… Yaşar Ağabey’in onu Atıf Yılmaz’la tanıştırması üzerine kamera önüne geçer, uzun ince bir yola girer. Hazin bir türküdür tabii… Adana’da çocuklukla başlayan macera, yine Adana’da bir film çekimi sırasında kesintiye uğrar ve uzak bir kentte sürgünde yaşamını kaybeder Yılmaz Güney… Hepimiz gözyaşı dökeriz. En çok da Yaşar Kemal ağlar… Belki her insanın içinde bir kahraman özlemi, bir kahraman olma çabası vardır. Şu dünyada haline, gününe razı olan çok az kimse var. Olmaması daha iyi ya. Ben, bu kahramanlık çabasına, kahraman özlemine hiçbir şey demiyorum. Biraz da hoşuma gidiyor. Şu kahramanlığı da epeyce yemişler. Bu kahramanların içinde belki de en hoşu Don Kişot. Bana kalırsa dünyadaki geçmiş kahramanların en işe yaramış, en gerçeği, en insanı da Don Kişot. Don Kişot olmasaydı, kahraman sayılan insanları biz daha çok tanrılaştıracaktık. Bana bir kahramandan söz açtılar mı, hemencecik Don Kişot geliyor gözümün önüne. Ona saygıyla, sevgiyle bakıyorum. O ne güzel adam, candan adam, gözünü daldan budaktan sakınmaz, alçakgönüllü adam! Ben Don Kişot’u çok seviyorum. İnsanlığımızın şişirilmiş bu yönünü çok seviyorum. Yukarıda dedim ya, şu kahramanlığı epeyce yemişler, anasını bellemişler. Kim yapmışsa yapmış, şu kahramanlık denilen şeyi insanlıktan çıkarmış. Kahramanlık şiirlerine bakın, amanallah… Bunlar insan değil, bunlar etten, kemikten değil, bunlar kımıldanan, kükreyen, dövüşen, ne biçim büyük bir iş gördüğü sanılıyorsa, o işi gören kocaman kaya parçaları. Kocaman, erişilmez tanrılar. İşte bu kaya parçalarının, bu tanrıların anasını Don Kişot aslanıyla Cervantes bellemiş. İnsanlar da yüzyıllarca kutsadıkları, taptıkları palavra kahramanlığa gülmüşler. Daha da gül babam gül ediyorlar ama, bir türlü de cart curtlarını bırakamıyorlar. Ben kahramanlığa karşı değilim. Büyük de bir saygım var kahramanlığa. Niçin saygım olmasın, bütün insanların saygısı var. Ben onlardan ayrıksı mıyım? Don Kişotla birlikte, ondan sonraki düşünürler tanrı kahramanlığı yavaş yavaş dize getirmişler. Ama insanlar durur mu, onların kahramanlığa ihtiyaçları var. Bir adamı sivriltip mutlaka yakasına yapışacaklar. Önlerine katıp oradan oraya, esen yellerin önündeki yaprak misali sürükleyecekler. Kahramanlık çağımızda kabuk değiştiriyor. Tanrılıktan sıyrılıp insan oluyor. Kahraman olağanüstüden aşağıya usul usul iniyor. Bir kılıçta yetmiş kafayı uçuran artık kahraman değil. Yalansa da, doğruysa da yetmiş kelle uçuran bu çağda bize hiçbir şey söylemiyor. İkinci Dünya Savaşında üç yüz düşman uçağı düşüren pilot bile o kadar önemli bir kahraman sayılmıyor. Bakın bu üç yüzlük kahramanın adını bilseydim burada anardım. Biliyorum. İnsanlar ona eskiden verdikleri önemi verselerdi, şimdi ben değil, o kişinin adını bebeler bile öğrenirdi. Hiroşimaya atomu atan kişi kendini kahraman saymıyor. Yetmiş değil, yetmiş bin cana kıyan kişi kahraman olmaz mı? Bu kişi ne oluyor biliyor musunuz, kendini suçlu sayıyor, bu işi yaptığından dolayı utanıyor, insanların yüzüne bakamıyor. Kendini cani sayıyor. Bir kanlının acısıyla insanların arasında dolaşıyor. Bütün bunlardan ne çıkıyor? Bizim kahramanlık saydıklarımız, artık çağımızda kahramanlık değil. Eski çağlardan, çağımızda kahramanlık sayılan bir kahramanlık yok mu? Olmaz olur mu? İnsan tarihi ne kadar kötü, iğrençse o kadar da güzeldir. Köleliğin zincirini kırıp dağa çıkan, hürriyet için baş veren Spartaküs her çağın kahramanıdır. Her çağda insanlar onu kutsayacaklardır. Spartaküs insan gibi, insanlar arasında anılacaktır. Bütün bu sözler ne için? Çağımızdaki kahramanlığı, bundan önceki kahramanlık anlamıyla hiçbir şekilde karıştırmamalıyız. Çok az ilişiği var. Bu çağın kahramanlığına, başka bir ad bulmalı. Bu da benim gücümün dışında. İnşallah bulurlar, başkaları. Çağımızın kahramanlığının babası Galileo olsa gerek. Bununla çağımız kahramanlığını bir iyice anlattım sanıyorum. Yani, düşüncesi uğruna canını, başını koymuş kişi. Düşüncesi için gözünü kırpmadan ölüme giden kişi. Demem o ki, bu da artık, o eski anlamında kahramanlık sayılmamalı. Doğal bir olay bu. İnsanın ilk şartı, artık çağımızda böyle, bir düşüncesi olması, düşüncesini savunmak için gerekirse kellesini ortaya koyması. Gene tekrar ediyorum, bu da kahramanlık sayılmamalı, doğal bir olay olarak görülmeli. İnsanlar toptan kahramanlığa mı yükseliyor, diyenler çıkar. Bence gittikçe her şey güzelleştiği gibi, insan kafası da güzelleşiyor, ilerliyor. Boş, tangırtı kahramanlık çoktan iflas etti. Gelin görün ki bizim memleket ağzına kadar kahramanlarla dolu. Bir kahraman bolluğu ki, olmaya gitsin. Ne yana baksan bir kahraman… Her gün yüzlerce, binlerce kahraman türüyor. Nereden çıkıyor bu kahramanlar, nasıl çıkıyorlar, akıl almaz. Dünya sosyologlarının yerinde olsam, gelir Türkiyeye bu kahramanlık hastalığını bir iyice araştırırım. Bu kahramanlar da çağımıza uygun kahramanlar mı, ne gezer. Eski çağların tanrı kahramanlarına mı benzerler, ne gezeeer! Bu, yepyeni, apayrı bir kahraman türüdür. 1946 yılını göz önüne getirin. DP’liler nasıl kahraman gibi karşılandılar? Ne yapmıştı bu adamlar, hangi düşünce uğruna tırnaklarını kesmişlerdi? Milli Şef diktatörünün kanatları altından çıkıp, ona karşı durmuşlardı. Yıllarca eller üstünde taşındılar. Sonra onlar iktidarı ele aldılar. Birtakım gazeteciler, hepimiz ona karşı geldik. Ve hepimiz kahraman olduk. Ama onun zulmüne karşı koymak o kadar büyük cesaret isteyen bir iş değildi. Olağan bir şeydi. Batıda böylesi karşı koyanlara kimse kahraman demiyor. Öyle olsa bütün grevciler kahraman sayılır. Herkes ödevini yapmış sayılıyor. Kimsenin burnu büyümüyor. Bir Anadolulu, köylü yazar olarak, yazı yazarken Anadolunun yoksulluğuna karşı koymak zorundaydım. Bu benim ödevimdi. Bu çerçeve içinde romanlar yazıyordum. Ne güzel roman yazıyor bu adam demiyorlardı da, bakın ne biçim bir yiğitlikle yoksulluktan söz açıyor, diyorlardı. Belki de yoksulluktan söz açmak bir zamanlar kahramanlıktı. Belki şimdi de kahramanlık. Ama daha çok bir ödev. Bir yazar bu memlekette yaşıyor da yoksulluğu görmüyorsa o yazar kınanmalı, kötülenmeli, sen vicdansızın birisin, iyi insan değilsin denmeli ona. Ama yoksulluktan söz açan yazara, kahraman gözüyle bakılmamalı. İşte buna tam düşünce yoksulluğu denir. Sonra efendim, bizim toplumumuzda başka kahramanlar da türedi. Bizim yurdumuz çok kötü durumda. Karmakarışık. Korkunç. Dört başı mamur bir yoksulluk içindeyiz. Bunun kurtuluş yolu olsa gerek. Bu gerçeği görüp söyleyenler kahraman… Bunlar kahraman değil. Bunlar kahraman olmak da istemezler. Nelerine gerek kahramanlık, ne yapacaklar kahraman olup da. Bunların karşılarına dağarcıklarında azıcık unları bile olmayanlar çıktılar. Bunlar gericilerdi. Durumu olduğu gibi tutmak istiyorlardı. Sırtlarını ağaların, fabrikacıların paralarına dayamışlardı. Halkın soyulmasında onların yardakçılarıydılar. İşte bunlar da bizim toplumda kahraman oldular. Şimdi memlekette kahramandan geçilmiyor. Necdet Elmas kahraman, hani geçen gün şu balıkçıyı öldüren on altı yaşındaki çocukcağız kahraman… Herkes herkes kahraman. Daha çıkacağından başka… Dedim ya, ben sosyologların, psikologların yerinde olsam hemen Türkiyeye koşar, sonucu müthiş gerçeklere ışık tutacak araştırmalara başlardım… Haa… Az daha unutuyordum, Yassıadada Anayasayı çiğnemekten, ihtilastan, örtülü ödenek yolsuzluğundan mahkum edilmişler, daha bin türlü kirli işlere girip çıkmışlar, yavaş yavaş kahraman oluyorlar. Yaşar Kemal Ağacın Çürüğü Haberler > 92. Yaş Gününde Edebiyatın Koca Çınarı Yaşar Kemal Hakkında Bilmediğiniz 11 Şey - 2236 - 1146 Edebiyatımızda adı hep Çukurova ve halk efsaneleri ile anılan Yaşar Kemal hakkında, kendisini okumuş olsun ya da olmasın herkesin bilmediğini düşündüğümüz bilgiler var. Yaşadığı süre boyunca Türk edebiyatında yeri doldurulamayacak eserler vermesinin yanı sıra tüm dünyanın Marquez’den sonra ölümüne en çok üzüldüğü yazar olduğu su götürmez bir gerçektir. 1. Yaşar Kemal’in asıl adı Sadık Kemal Göğçeli’dir. 2. Meşhur dil sevdalı Kaşgarlı Mahmut gibi Yaşar Kemal de yaşadığı yörede adım adım dolaşmış ve folklor halk bilim derlemeleri yapmıştır. 3. Nobel almamışsa bile adı hep almadığı Nobel’e layık görülmüş, yurt içi ve dışında otuz beş edebiyat ödülü almıştır Mesela 1977’de Fransa Eleştirmenler Sendikası En İyi Yabancı Roman ödülü, 1984’te Fransız Legion d’Honneur ödülü Commandeur payesi, 1996’da VIII. Katalonya Uluslararası ya da 1997’de Kenne Vakfı Düşünce ve Söz ÖZgürlüğü Ödülü İsveç bunların yalnızca birkaç tanesi. 4. Uluslararası arenada yayımlanan ilk eseri “Bebek” öyküsüdür. 5. Geçmişte, yazarlığı dışında birkaç ilginç meslek icra etmiştir Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliğinde ırgat katipliği, Adana Halkevi Ramazanoğlu Kitaplığında memurluk, vekil öğretmenlik, traktör sürücülüğü bunlardan yalnızca birkaçı. 6. 1943’te Ülkü dergisinde “ümit” kelimesini ilk defa Çukurova’da doğduğu gibi kullanmış, ve Türkçeye kazandırmıştır. 7. İlk eşi Tilda’ya da çok aşıktı ve Tilda ölene dek 50 yıl evli kalmışlardı. 8. 2002’de ikinci kez evlendi. Kendisi hatrı sayılır bir eğitim görmemesine rağmen, evlendiği Ayşe Semiha Baban Harvard Üniversitesi mezunudur. 9. Dünya edebiyatının en efsanevi romanlarından olan İnce Memed’i Rusçaya ilk çeviren büyük Türk ozanı Mavi Gözlü Dev Nazım Hikmet’tir. 10. İnce Memed’in 4 cilt basıldığı yıllarda I ve II. ciltleri Türk edebiyatının en çok satan romanı olurken III ve IV. ciltler ise en az satan romanıydı. Yani bir nesil İnce Memed’i yarım okumuş oluyordu. 11. Ünlü dil bilimci Ali Püsküllüoğlu’nun yalnızca Yaşar Kemal eserlerini anlayabilelim diye yazdığı bir “ Yaşar Kemal Sözlüğü” vardır. Yaşar Kemal okuyanlar bilirler ki onun Dede Korkut’a dek uzanan sözcüklerini anlamak hayli güçtür.

yasar kemal in cukurovali kahramani