yaban romanının olay örgüsü kısaca

Site De Rencontre Sans Inscription Et Gratuit. Roman özeti Münire Hanım, uzaktan akrabası olan Kadir Bey ile evlenir. Suphi adında bir çocukları olur. Babası Suphi’yi çocuk yaşta eğitmeye başlar ve böylece Suphi yaşıtlarından önce okulunu bitirir. Suphi, gayet kibar büyümüş, genç, güzel bir delikanlı olur. Babası sağ iken Suphi’yi Şevket Efendi’nin yanına mağazaya yerleştirir. Şevket efendi tıpkı Suphi gibi iyi yetişmiş, çalışkan, henüz otuz beş yaşında bir adam olup, sermayesini arttıra arttıra senede otuz, kırk bin lira kıymetinde iş görür. Bunu yalnızca çalışmasına ve düşünerek hareket etmesine borçludur. Şevket Efendi’nin Zehra adında bir kızı vardır. Zehra çocukluğundan beri çok kıskançtır. Kendisinden iki sene sonra doğan kardeşi Bedri’yi kıskançlığından dolayı, boğmak, kafasını taşla ezmek gibi teşebbüslerde bulunmuştur. Zehra’nın bu kıskanç hali Şevket Efendi’yi düşündürüyordu. Şevket Efendi bu derdini kendine yakın bulduğu Suphi’ye anlatır, Suphi de kızın bu halini çok düşünürdü. Kadınların ahlakını araştıran dergilerden edindiği bilgilerle ilerde Zehra’nın çok mutsuz olacağını düşünmüştü. Yüzünü bile görmediği bu kız, artık her gece Suphi’nin düşlerine giriyordu. Suphi, Şevket Efendi’nin evine hiç gitmemişti. Bir Cuma günü hesap işlerini halletmek için gitmek zorunda kaldı. Lavaboya gitmek için odadan çıktığında Zehra’yı gördü. Bu gördüğü yüzü artık her gece hayal ediyordu. Şevket Efendi bu durumu anladı ve Zehra’yla Suphi’yi evlendirdi. Ayrıca onların oturmaları için Libada civarında bir kösk de tuttu. Kızı ve damadının buraya yerleştirdir. Bu yeni evli çiftin evliliklerinin ilk bir yılı çok huzurlu ve mutlu bir şekilde geçer. Artık Zehra’nın da kıskançlık hastalığı ortaya çıkmamakta dolayısıyla rahat ve güler yüzlü günler geçirmektedir. Suphi’nin annesi Münire Hanım, gelinin rahatı ve ev işlerinde yardımcı olsun diye, Sırrı Cemal adında bir cariye satın alır. Sırrı Cemal çok güzel ve ahlaklı bir kızdır. Suphi ve Zehra’nın evliliği gayet mutlu devam ederken, gelişen bu olay Zehra’nın kıskançlık hastalığının ortaya çıkmasına neden olduğu gibi evliliğin de tehlikeye girmesine sebep olmuştur. Zehra’nın kıskançlık duyguları Sırrı Cemal’i gördükçe artıyor, Suphi’yi göz hapsinde tutuyor, durmadan hesap soruyordu. Zehra, tekrar eski huysuz günlerine geri dönmüştü. Suphi biraz geç kalsın deli olacak gibi oluyordu. Bu kıskanç duygular Zehra’ya çok acı veriyordu. Suphi de karısının bu durumunun farkındaydı, karısını mutlu etmek için elinden geleni yapıyordu. Zehra’nın yaptığı kaprislere hesap, hesap sormalara bir süre sonra katlanmakta güçlük çekmeye başladı. Ev içinde Zehra, Sırrı Cemal’e hep kötü davranıyor ve çeşitli bahaneler bularak tatsızlık çıkarıyordu. Suphi artık Zehra’nın bu sert ve çekilmez haline dayanamaz olmuştu. Zehra’nın evinde olmadığı bir sırada Sırrı Cemal Suphi’nin hizmetini görmek için yanına girer. Bir süre sonra Suphi’nin dikkatini çeker. Suphi, bugüne kadar Sırrı Cemal’i ilk defa bir kadın olarak fark etmiştir. Suphi, Sırrı Cemal’in tatlı sohbeti, güler yüzü ve anlayışı karşısında onunla konuşmaktan hoşlanmaya başlıyor. Zehra’nın çekilmez halleri yanında Sırrı Cemal melek gibiydi. Suphi gönlünü Sırrı Cemal’e kaptırır. Tabi Zehra çok zaman geçmeden bu ilişkinin farkına vardı ve olanlar oldu. Evde iki kadın Suphi yüzünden sürekli kavga etmeye başladılar. Bu durun Suphi’nin hoşuna gidiyordu. Sırrı Cemal, Suphi’den yüz bularak evde hanımlık taslıyordu. Bir süre sonra Sırrı Cemal hamile kaldı. Zehra bu olay üzerine derin bir kedere girdi. Bu arada Münire hanım sebep olduğu felaketten dolayı bu olanlara çok üzülüyordu. Suphi bir süre sonra bu evde iki kadının geçimsizliklerinde sıkılarak Sırrı Cemal’le birlikte başka bir yere taşındı. Böyle Suphi, Zehra’dan ayrılmış oldu. Zehra bu durumu kendisine yediremedi ve intikam planları kurmaya başladı. Sırrı Cemal’in de Suphi’nin de kendi çektiği acıların aynısı çekmelerini istiyordu. Önce Suphi ile Sırrı Cemal’in yaşadığı yeri öğrenmek için Habibe Molla adında birini tuttu. İstediği bilgiler ulaşması çok uzun zaman almadı. İntikam almak içinde önce Sırrı Cemal ile Suphi’yi ayırması gerekiyordu. Suphi’nin durumunu az çok bildiği için onu bir başka kadını kullanarak Sırrı Cemal’den ayırabileceğini düşündü. Bu iş için Marika adında bir bohçacıdan yardım istedi. Marika, Zehra’ya Ürani adında bir kadını getirdi. Bu kadın, Ürani iffetsiz bir kadındı. Ayrıca çok alımlı, oldukça çekici, bir erkeğin kolay kolay hayır diyemeyeceği bir kadındı. Ürani’nin işi Suphi’yi kendine aşık edip, Sırrı Cemal’i terk etmesini sağlamaktı. Bir bahaneyle Suphi’nin iş yerine Marika ile Ürani gittiler. Daha sonra Ürani başka bir bahaneyle Suphi’nin yanına tekrar gitti. Bu sefer Suphi’yi doğum gününe çağırdı. İlk başlarda Suphi gitmek istemesede bir süre sonra ısrarlara dayanamadı ve gitmeyi kabul etti. Suphi Sırrı Cemal’e yardımcısı vasıtasıyla gele gelemeyeceğini haber verdiyse de Sırrı Cemal o geceyi endişe ve korku içinde geçirdi. Suphi, Ürani’nin evine gittiğinde bunun ortamı beğendi. Çalgı, Çengi eşliğinde eğlendiler. Suphi’nin bu eğlenceler çok hoşuna gitti. Bir gecede Ürani’ye deliler gibi aşık oldu. Gözü Ürani’den başkasını görmez oldu. Bu gecen sonra Suphi, evi barkı, Sırrı Cemal’i unuttu. Eve gitmiyor, hatta hayatında daha önce Sırrı Cemal diye birinin varlığını bile unutmuş oldu. Sırrı Cemal bu duruma tahammül edemedi. Evde bir süre sonra yiyecek hiç bir şey kalmadı. Çaresizlik içinde bir gün intihar etti. Zehra’nın Sırrı Cemal’den almayı düşündüğü intikam gerçekleşmiş oldu. Ürani ile Suphi, zevk ve sefa ile yaşamaya devam ediyorlardı. Harcanılan paranın haddi hesabı yoktu. Suphi işe de gitmiyordu. Bir süre sonra iş yerindeki yardımcısı bütün işleri üstüne geçirdi. Bu olaydan sonra Suphi beş parasız kaldı. Bu arada Suphi’nin yardımcısı Muhsin, Zehra ile evlendi. Böylece Suphi tamamen iş yerinden uzaklaştırılmış oldu. Suphi ile Ürani her gece bir başka eğlence yerinde vakit geçirip eğleniyorlardı. Ürani, Suphi için çok masraflı olmaya başlamıştı. Her hafta modaya göre değişiklikler yapıyordu. Böyle yaprak Suphi’nin bütün parasını yedi, bitirdi. Suphi beş parasız kalınca onu artık istemediğini söyledi ve evinden kovdu. Bu olaylardan sonra Suphi sefil bir hayat yaşamaya başladı. Tulumbacılar ocağına katıldı. Tulumbacılar arasında rezil bir hayat sürüyordu. Kabalığı, kavgası, rezaleti hiç eksik olmamaya başladı. Bir süre sonra tulumbacılar da Suphi’yi aralarından kovdular. Bunun üzerine Suphi sokaklarda yaşamaya başladı. Bütün bu olanlara sebep olarak Ürani’yi görüyordu. Ondan intikam almaya karar verdi. Bir gün Ürani’nin evinin olduğu sokakta gizlendi. Bir süre sonra Ürani, yanında bir olduğu halde evinden dışarı çıktı. Suphi, ikisini de bıçaklayıp karanlık sokaklarda kayboldu. Polis bu cinayetten sorumlu olabileceği düşüncesiyle Suphi’yi de tutukladı. Ancak Suphi yaptıklarını inkar etti. Delil yetersizliğinden dolayı mahkum edilmediyse de Trablusgarp’a sürgüne gönderildi. Zehra hala Suphi’nin kendisine dönmesini istiyordu, ancak Suphi Trablusgarp yollarındaydı. Bir gün Zehra çarşıda gezerken kalabalığın bir yerde toplandığını gördü. Kalabalığa yaklaştığında yaşlı bir kadının ölmüş olduğunu gördü. Bu kadın, Münire Hanım, yani Suphi’nin annesiydi. Zehra bütün bu olanlardan dolayı çok üzüldü. En sonunda ince hastalığa yakandı ve hayata veda etti. Zehra Romanının Olay Örgüsü Suphi’nin babası Suphi’yi Servet Efendi’nin yanına verir. Servet Efendi, kızı Zehra’dan Sıphi’ye dert yanmaya başlar Suphi içten içe Zehra’yı düşünmeye başlar. Suphi’nin iş dolayısıyla Servet Efendi’nin evine gitmesi. Suphi’nin odadan dışarı çıkınca Zehra’yı görmesi. Bu gördüğü yüzü aklından çıkarmaması ve bu yüze aşık olması Zehra ve Suphi2nin haraketlerinde aynı tuhaflıkların meydana gelmesi Şevket Efendi’nin kızı ve Suphi’yi evlendirmek istemesi Zehra ve Suphi’nin nikahlarının kıyılması Şevket Efendi’nin kızı ve damadına bir ev alması ve güzel bir şekilde döşetmesi Münire Hanım’ın gelinine yardım etmesi için eve Sırrı Cemal adında güzel bir cariye alması Zehra’nın kıskançlıklarının yeniden başlaması Sırrı Cemal ve Zehra arasındaki sürtüşmelerden köşkteki huzurun bozulması Sırrı Cemal ve Suphi’nin arasında bir yakınlaşma olması Suphi’yle Sırrı Cemal’in bir süre sonra Zehra’dan uzakta yeni bir eve taşınması Zehra’nın kıskançlıktan dolayı intikam almak istemesi Zehra’nın Ürani adında iffetsiz bir kadınla intikam için anlaşması Ürani’yle Suphi’nin karşılaşması ve aralarında bir muhabbetin olması Suphi’nin Sırrı Cemal’i bırakıp Ürani’yle yaşamaya başlaması Sırrı Cemal’in çaresizlik içinde intihar etmesi Ürani’nin Suphi’nin servetini son kuruşuna kadar harcaması, parasız ve işsiz kalan Suphi’yi evinden kovması Suphi’nin sokaklarda yaşamaya başlaması Zehra’nın Muhsin ile evlenmesi Zehra’nın bütün bu yaşananlardan dolayı vicdan azabı çekmesi Suphi’nin de başına gelenlerden dolayı Ürani’yi sorumlu tutması ve onu öldürerek cezalandırması Suphi’nin cinayetten dolayı suçlanması ancak delil yetersizliğinden serbest bırakılarak Trablusgarp’a sürgüne gönderilmesi Münire Hanım’ın zor durumda sokakta dilenirken soğuktan ölmesi, Zehra’nın bu olaya şahit olması Zehra’nın bütün bu olanlara, yaşadıklarına dayanamayıp, hastalanarak yataklara düşmesi ve bunun sonucunda ölmesi Zehra Romanının Şahıs Kadrosu Zehra Zehra, bir tüccarın kızıdır. Küçük yaşta anası ölmüştür. Yaratılışından kıskanç bir kız olan Zehra, babasının katibi Suphi ile evlenir. Babası Şevket, “yetişmiş, çalışkan, henüz otuzbeş yaşında bir adam olup sermayesini artıra artıra senede otuz kırk bin lira kıymetinde iş görmek derecelerine kadar mahza say ü tedbiri sayesinde vasıl olmuştur. Beyn-et-tüccar itibar-i fevkalarlesi vardır. Tamam yirmi yaşında iken genç bir kız ile teehhül etmiş ve bu içtima meydana Zehra’yı getirmiştir. “Zehra, çocukluğundan beri gayet kıskanç idi. Hele kendisinden iki sene sonra doğan Bedri’yi o derece kıskanırdı ki bir kaç kereler çocuğu adeta boğmak, kafasını ezmek gibi vahşetlere kadar cüreti görülmüştü. Kızın bu tabiatı Şevketi düşündürmekte idi. Bu tabiatta olanlar - bahusus kadın ise1er-ilerde gayet feci vukuata sebep olacaklanm biliyordu.” Zehra, sayfa. ıo. Suphi “Suphi, gayet kibarane büyümüş genç, güzel bir delikanlıdır. Rüştiye’yi ortaokulu bitirmişti.” s. 9. “Pederi sağlığında delikanlıyı Asmaaltında namuslu, zengin bir tüccarın yanına katip sıfatiyle yerleştirmiş ve ondan sonra gözlerini müsterihane kapamıştı.” S. ıo. Genç, yakışıklı bir delikanlıdır. Kibar bir beyefendidir. Öğrenimi üzerinde çok durulmuş, çalışkan biri olarak romanda karşımıza çıksa da ilerleyen süreçte karakterindeki zayıf yönler ortaya çıkmıştır. Münire Hanım Asil bir ailenin kızı olup, gençliğini Arnavutluk’un en çalkantılı zamanlarında Arnavutluk’ta geçirmiştir. Temiz saf bir gönlü vardır. Gelini Zehra ve Suphi için her türlü fedakarlığı yapmıştır. Romanda İyi giden hayatın birden tersine dönmesine eve aldığı cariye ile sebep olmuştur. Yaptığı hatanın cezasını da en ağır şekilde çekenlerden birisidir romanda. Yazar romanda Suphi’nin kötü duruma düşmesinden sonra annesiyle de ilgilenmemiştir. Hatta Münire Hanım maddi imkanlardan yoksun, sokaklarda dilenirken soğuktan donarak ölmüştür. Şevket Efendi Zehra’nın babasıdır. Henüz otuz beş yaşında, çalışkan bir adamdır. Tüccarlar arasında büyük bir saygınlığı vardır. Kızı Zehra’nın kıskançlığından dolayı çok üzülmektedir. Bu duruma çareler aramaktadır. Sırrı Cemal Romanda bir güzellik sembolü olarak ifade edilmektedir. Kafkas neslinin güzelliği ile en fazla meşhur olan şubesindendir. Bir bakışta en zor beğenenlere bile güzelliğini kabul ettirmekte, onaylatmaktadır. Kadın dendiği zaman hatıra ne mana gelirse o mananın tamamen cisimleşmiş şeklidir. Bünyesi gayet hassas ve narindir. Beli ince, göğsü geniş, gerdanı uzunca, ağzı ufak, hareketleri hoş, gamzeleri gönle hoş gelen, kısacası ender bulunan bir güzelliktir. Romanda da olayların başlangıcında Sırrı Cemal’in etkisi büyüktür. İlk başlarda Suphi’nin dikkatini çekmese de Zehra, başına geleceklerin farkında gibidir. Böyle bir güzellik karşısında hiç bir erkeğin hayır demesi mümkün değildir. Sırrı Cemal’in bu güzelliği Zehra’nın kıskançlık hastalığının yeniden ortaya çıkmasına neden olmuştur. İlk başlarda Suphi, Sırrı Cemal’in güzelliğini fark etmese de daha sonra Zehra’nın kıskanç tavırları onu Sırrı Cemal’e itmiştir. Nazikter Sade, temiz, biraz terbiyesiz, huysuz, ihtiyar bir yaşlı kadındır. Sırrı Cemal’e karşı bir hasedi vardır. Kaba saba, cahil biridir. Habibe Molla Kulağı delik diye tabir edebileceğimiz, açık göz, şeytana külahını ters giydirip, atlıyı atından indirip, yolcuyu yolundan döndürür biridir. Adam araştırmak, iz sürmek, olayları haber almak adeta işi gücü eğlencesi, zevki gibiydi. Suphi’yi takip etsin diye Zehra tarafından tutulmuştur. Ürani Genç, gayet güzel, etine dolgun bir kadındır. Minik elleri, küçük ağzı, iri gözlerinden zeka fışkıran, şiir gibi duran bir yüzü vardı, diye tasvir edilmektedir yazar tarafından. Açık giyinen, rahat hareketleriyle gittiği her ortamda dikkat çekmeyi bilir. Paraya, gezmeye, eğlenmeye oldukça düşkündür. Gezmekten, tiyatrolardan hiç bir şekilde geri kalmaz. Sırrı Cemal ve Suphi’den intikam almak için Zehra tarafından tutulmuştur. Kısa bir sürede Suphi’yi etkilemeyi başarırı ve onu Sırrı Cemal’den uzaklaştırır. Paraya eğlenceye düşkünlüğü sebebiyle kısa bir sürede de Suphi’nin bütün parasını harcattırır. Öyle edalı cilveli bir kadındır ki Suphi artık onun yanından ayrılamayacak hale gelmiş, Zehra’yı ve Sırrı Cemal’i hiç aklına bile getirmemektedir. Zehra bu şekilde intikamını aldığını düşünmektedir, bir süre sonra Sırrı Cemal, Suphi’nin ilgisizliğinden dolayı zor duruma düşer ve çaresizlikten intihar eder. Daha sonra da Suphi başına gelen bütün olaylardan ve bu hale düşmesinden Ürani’yi sorumlu tatar ve onu bir şekilde öldürür. Bu olay üzerine kısa bir süre tutuklu kalsada delil yetersizliğinden serbest bırakılır ancak sürgüne gönderilir. Muhsin Bey Genç bir delikanlıdır, Suphi’nin yanında katiplik yapar. Suphi işleri boşlamaya başladıktan sonra işlerin kontrolünü eline alır. Bir süre sonra da bütün işleri kendi üstüne geçirir. Zehra da Suphi’yi kıskandırmak için Muhsin Bey’le evlenir ancak sonuçtan memnun olmaz. Romanda Suphi, Zehra, Ürani ve Sırrı Cemal asıl kişilerdir. Yardımcı Kişiler olarak da Münire Hanım, Şevket Efendi, Muhsin Bey, Habibe Molla, Nazikter vardır. Zehra Romanında Mekan Romanda mekan olarak, Tanzimat romanlarında görüldüğü üzere İstanbul vardır. Roman tamamen İstanbul’da geçer. Boğaziçi, Çamlıca, Beykoz, Bakırköy Suphi’nin Sırrı Cemal’le oturdukları ev, dış mekan olarak karşımıza çıkmaktadır. İç mekan olarak da öncelikle karşımıza, Şevket Efendi’nin dükkanı ve evi vardır. Ürani’nin evi de iç mekan olarak karşımıza çıkar. Ürani’nin evi Derviş sokak 16 numaradır. Ayrıca bir ara Suphi’nin kaldığı Tulumbacılar koğuşu da iç mekan olarak karşımıza çıkar. Eserden bir kaç örnek verelim. Dış mekan olarak o günlerin Beyoğlu “Ezcümle pazar gecesi Tepebaşı Tiyatrosunda verilen baloya gitmişlerdi. Suphi dans bilmediği cihetle şöyle bir köşeye çekilmiş ortalığın halini seyretmekteydi. Ürani genç bir delikanlı ile -Angaje-olmuş, bir mahir orkestranın neşeli ve murakkas ahengine tabaiyyetle [fırl fırıl] dönmeye başlamıştı. Delikanlı ile Ürani sanki yek-vücut olmuş gibi bir ayak üzerinde ve bir vaz-ı aşıkaanede haretkat-ı müntazama icra ettikçe Suphi’nin içinden kanlar gitmekte idi..” İç mekan olarak da yazar Ürani’nin Derviş Sokak 16 numaradaki evini ayrıntılı bir şekilde tasvir etmiştir. Yazar şöyle anlatıyor Yatak odası; yaldızlı geniş tel yaylı bir karyola ile küçük fakat zarif çini soba… Odaların en büyüğü salon şeklinde tertip olunmuştu iki karşılıklı duvara birer yüksek konsol dayatılmış bunların üzerine iki cesim billur endam aynası konularak önlerine de iki yüksek Japon lambası getirilmişti. Pencereler cicim perdelerle örtülmüş, oraya yüksek bir porselen soba kurulmuş, duvarlara kalın yaldız çerçeve yağlı boya resimler asılmıştı. Resim asma biçimi yeni bir moda Avrupa’dan gelmiş resimlerde manzara, fırtınaya tutulmuş bir tekne resmi ve buruşuk alınlı, uzunca ak sakallı esmer renkli ufacık mavi gözlü zühaf biçiminde ufak vişneçürüğü fesli adamın portresi .Hakkı beyin firçasından çıkmış olan resim.” s. 66. Zehra Romanında Zaman 1300lü yıllarda Haziran ve Temmuz aylarında başlayan ve sonraki dönemleri de anlatan bir zaman vardır. Zehra Romanında Sosyal Hayat Romandan öğreniyoruz ki, o devirde Beyoğlu’nda verilen bir balada vals de bilinmektedir biliniyordu. Yine romandan öğrendiğimize göre; “Bazen Fransız tiyatrosuna, bazen Verdi’ye, bazen Tepebaşı’na, Konkordiyaya, bazen Kristale, bazen rastgele bir konsere giderlerdi. Balolardan, suvarelerden de geri kalmazlardı s. 115 Perdearası, Türk incesaz takımı ile aynı gece orkestra seyircilere “Vagner’den bir romans çalmıştı” s. 117. Romanın başka bir yerinde de şunları okuyoruz “Müslüman olmasına rağmen Avrupa içkileri de kullanmadan kaçınılmıyordu s. lll. Ürani bir bardak dolusu birayı dikmekte, delikanlı da konyak yuvarlamaktaydı” s. 91-93. ”Yani de olur, Niko!i’de mi olur bir birahanede içecekler, yemek yiyecekler, sonra bu gece Fransız tiyatrosu “Divorçon” veriyor, oraya gidecekler. İkinci klas localarından seyredecekler.” s. 123. O devirlerde sigara içenler de var. “Yemekten sonra salıncaklı iskemlesine oturmuş, sigarasını dumanlamakta…” s. 73. Osmanlı toplumu, bilhassa hanımlar, kitap da okumaktalar. Zehra’da iki yerde geçer. s. 83. “Habibe Molla’dan kat-ı ümit etmiştir, romanlarına başvurdu. Monte Kristo’yu belki üçüncü defa olarak okumaya başladı. Kont’un, düşmanlarından ne yolda intikam aldığnı tetkik ve taharriye koyuldu.” s. 94. ”Sırrıcemal bu hücum ile müsterihane yemek yemiş salonda sahneaklı sandalyesinin üstünde, yanda bırakmış olduğu romanı mütalaaya koyulmuştu.” s. 94. Günlük konuşma diline giren çoğu Fransızca kelimeler dikkatimizi çekiyor Fabrika s. 73, şimendifer s. 83, angaje s. lll, madam matmazel s. 85, balo s. i o,çek, bono, kasa s. 84, telegraf s. 94, tranvay s. 122, vs. Giyinme şekli de zamana göre değişiyor. Örneğin, erkeklerin kullandıkları frank gömleği s. 144, başına bir büyük tüylü kadife şapka koymuş şapkasına merbut olan beyaz tülü çenesine kadar indirmişti. Siyah düz, sade bir zarif fistan giymiş eline gene o renkte bir şemsiye almış, mini mini ellerini siyah eldivenler içinde saklamış.” s. 85. Yazar romanında tiyatrodan da bahsetmektedir. Bu, Türkler için yepyeni bir olaydı. Türkiye’de ilk tiyatro temsilleri xyıı. yüzyılın sonunda İtalyan ve Fransız diplomatlarının konaklarında oluyordu, Osmanlılardan seyirciler azdı. Nabizade Nazım’ın bahsettiği tercümeler xıx. yüzyılın sonunda yaygın olmaya başlamış. Buna rağmen sadece -belli bir çevre okuyabilirdi. O zaman Osmanlı İmparatorluğu Fransa’yla sıkı bir temasta olduğundan yeni bir aydınlar topluluğu yetişmişti. Aynı zamanda onlar yeni estetik fikirlerin sahibi olmaya başladılar. Hem roman, hem tiyatro çevirileri yapıldı. Piyeslerde yeni hayat şartları sergilenmekteydi, hem de çoğu kadın olan kahramanların hayatının Müslüman kadının hayatından farklı yanları gösterilmekteydi. Aynı zamanda resim yapma geleneği, ressamların yetişmesi olayı da romanda önemli bir yer tutmaktadır. Kısaca denebilir ki, Tanzimat yazarlarının eserlerinde yeni yaşama” biçimine geçiş tüm ayrıntılarıyla gösterilmektedir. Zehra Romanının Edebi Yönü Eser yazarının ölümünden sonra arkadaşı Mahmud Sadık tarafından Servet-i Fünûn mecmuasında tefrika edilmiştir. nr. 254, 11 Kanun-ı Sâni 1311/23 Ocak 1896 vd. Kıskançlıkların, aşkların ve ihtirasların romanı Zehra, Tanzimat ile gelen değerler sistemindeki değişikliğin kadın erkek ilişkilerine yansımasının edebi göstergelerinden birdir. Yazar Zehra romanında realizm ve naturalim akımının etkisiyle insan ilişkilerinin çeşitli boyutlarını ve bunların yaratabileceği sorunları Tanzimatın yeni insan tipinin ruhunda denemek istemiştir. Yazar romanı adeta bir deney laboratuvarına dönüştürmüştür. Anlatım tekniği, bakış açısı, yazarın eserle arasındaki mesafe göz önünde bulundurulduğunda, eser romantizmin etkisindedir. İnsan zaaflarını anlatmasındaki gerçekçiliği ve bireyi ön plana çıkarması hesaba katılınca eserin realist özellikler sergilediği söylenebilir. Zehra’nın çevrisinin ve irsiyetinin kaderinin şekillenmesinde etkisi düşünülürse naturalizmden de izler olduğunu söylemek mümkündür. Zehra romanında da diğer Tanzimat romanlarında; Müsameretname, Letaif-i Rivayat, İntibah, Sergüzeşt de olduğu gibi esir kadın hikayesi önemli bir yer tutar. Bu cariyelik meselesi Edebiyat-ı Cedide romanıyla ancak ortadan çekilmiştir. adresinden alıntıdır. Roman Tahlili Nasıl Yapılır, roman tahlilinde önemli olan nedir, romn tahlili bize ne kazandırır, roman tahlilinin amacı nedir, roman tahlili proje ödevi olarak verilir mi, roman tahlili performans ödevi olarak verilir mi Roman Tahlili Nasıl Yapılır? Geleneksel ve kabul edilmiş yöntemle roman tahlili şu şekilde yapılmaktadır A. Şekil Yönüyle İnceleme 1. Romanın İsmi 2. Romanın Yazarı 3. Romanın Basıldığı Yer ve Tarih 4. Romanın Yayınevi veya Yayımlayanı 6. Romanın Sayfa Sayısı B. İçerik Yönüyle İnceleme 1. Olayın vakanın Özeti Romandaki ana olayı ve etrafında gelişen küçük olayları iyi saptamak gerekir. a. Romanın Olay Örgüsü b. Romanın Olay Halkalarından Örnekler 2. Kişi Kadrosu Kişiler-Şahıslar a. Asıl Kişiler Karakter analizi yapılırken kahramanı fiziki ve ruhi olarak iki kısımda inceleyebiliriz. I. Fiziki Portre II. Ruhi Portre b. Yardımcı Kişiler Yardımcı karakterlerin fiziki ve ruhi portrelerinde aşırı ayrıntılar ana karakteri gölgede bırakabilir. I. Fiziki Portre II. Ruhi Portre c. Kişiler Arasındaki İlişkiler 3. Olayın Geçtiği yerler Mekânlar Betimlemeler tasvir ve betimlemeler arası gelişmelere dikkat edilmelidir. Ana mekanlar ve küçük geçişlerin olduğu mekan ayırt edilmelidir. a. Mekânlar ve Bu Mekânların Özellikleri b. Mekânların Kahraman ve Olaylarla İlişkisi 4. Zaman Daha çok mevsimler ve kronolojik zamanlar dikkat çekicidir. Gece, gündüz ve senelere de dikkat edilmelidir. Zaman ve mekanlar karakterler üzerinde etkili unsurlardır. a. Kronolojik Zaman I. Gündüz II. Gece III. Mevsimler IV. Yıl b. Zamanda Geriye Dönüşler Yazar bazen vaka zamanını olay zamanını ileri ya da geri zıplatabilir 5. Anlatıcının Bakış Açısı a. Hakim ilahî Bakış Açısı Anlatıcı romandaki bütün olaylara hakimdir b. Kahraman Anlatıcının Bakış Açısı Anlatıcı romandaki kşilerden biridir ve bakış açısı sınırlıdır. c. Gözlemci Bakış Açısı Anlatıcı sadece olayı gözler ve aktarırı. Bakış açısı sınırlıdır. 6. Dil ve Anlatım Özellikleri a. Anlatım Türleri I. Öyküleyici Anlatım II. Betimleyici Anlatım III. Açıklayıcı Anlatım IV. Tartışmacı Anlatım V. Öğretici Anlatım VI. Kanıtlayıcı Anlatım VII. Düşsel Anlatım VIII. Gelecekten Söz Eden Anlatım IX. Coşku ve Heyecana Bağlı Anlatım X. Destansı Anlatım XI. Söyleşmeye Bağlı Anlatım XII. Mizahi Anlatım b. Dil ve Üslup özellikleri I. Akıcılık II. Duruluk-Açıklık III. Yalınlık 7. Romanın Türü a. Tahlil Romanı b. Sosyal Roman c. Macera Romanı d. Tarihî Roman Konu ve Teması Roman Tahlili Nasıl Yapılır, roman tahlilinde önemli olan nedir, romn tahlili bize ne kazandırır, roman tahlilinin amacı nedir, roman tahlili proje ödevi olarak verilir mi, roman tahlili performans ödevi olarak verilir mi Yaban Romanı Tahlili Yaban ÖzetBirinci Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybetmiş olarak İstanbul’a dönen Yüzbaşı Celal, işgal altındaki şehrin manzarasına ve insanlarına tahammül edemez, burada boğulur gibi olur. Alabildiğine kötümser bir hava içinde biraz nefes alabilmek için Anadolu’ya sığınmaya karar yer olarak emir eri Mehmet Ali’nin Haymana dolaylarındaki köyünü seçer. yaban incelemesiSeçer ama, Ahmet Celal burada da büyük bir hayal kırıklığı karşılaşır. Köy baştan başa yoksulluk, kirlilik, gerilik ve cahillik içindedir. Köylü ise kendisine bir türlü yaklaşmak, yakınlaşmak istemez. Kendisine çevrenin dilinde “yabancı” demek olan “yaban” adını takarlar. İlişkisi olan birkaç kişi dışında hemen hemen hiç kimse onunla ilgilenmez, dostluk kurmaz. Çolak sakat subayın ısrarla kendilerine yönelme çabasını boşa çıkarırlar. İstiklal Savaşı, bin bir zorluk içinde, fakat tam bir destan niteliğinde devam etmektedir. Ancak köylüler savaşla da ilgili değillerdir. Yüzbaşı Celal, hiç olmazsa bu ulusal konuda onları uyarmak, heyecana getirmek istese de bu da bir sonuç vermez. Köylü, Salih Ağa gibi zorbaların, Şeyh Yusuf gibi tamamen cahil şeyhlerin elinde, pençesinde kıvranmakta, fakat bunun farkında bile olmamaktadır. Yaban romanı özetTek yakını olan emir eri Mehmet Ali, yeniden askere alınınca, Yüzbaşı Celal köyde büsbütün yalnız kalır. Bu sırada Emine adlı, saf, temiz bir köylü kızını sever. Hatta onu ailesinden isterse de ailesi, hem yaban, hem çolak olan Celal’e kızlarını vermezler. Bu durum onun bunalımlarını daha da sırada, düşman ordusu köye yaklaştığı halde halkta hiçbir telaş ve heyecan görülmez. Aksine hemen hemen herkes, rahatlarını bozup, düşmanla savaşan Mustafa Kemal Paşa’ya düşmandır. Evet durum yıllardır cahil bırakılan köylüde vatan, özgürlük kavramı yok olmuş, bunu yerine tam bir uyuşukluk gelmişti. Çünkü yüzyıllar boyu hükumet onlara ne hekim, ne öğretmen yollamış, ama vergi için tahsildarları her zaman karşılarına dikmiş, asker lazım olunca gencecik çocuklarını alıp alıp düşman köye gelir. Fakat ilk anda ortalarda hemen hemen hiç kimseyi bulamaz. Köylüler akıllarınca savunmaya geçmek, için yakınlarındaki bir derenin içine askerleri, savunmasız halkı ite kaka köy meydanına toplar. Büyük küçük herkese akla gelmez işkenceler yapar. Evlere girer, eşya adına ne bulursa yağmalar, köylülerin birçoğunu öldürür, sonra da ortalığı ateşe kurbanlık koyun gibi toplatılıp rastgele işkence yapılan köylüler arasında Emine de bulunmaktadır. Yüzbaşı Celal, sevgisinden bir türlü kutulamadı bu genç kadını o kargaşalık arasında kolundan çekip bir tarafa götürür. Burası oldukça kuytu yıkık bir duvar gibidir. Bir süre burada beklerler, fakat buldukları bu yerde de mermi yağmaya başlayınca koşmaya çalışırlar. Ne var ki bu sırada ikisi de birer kurşun yemiştir. Bir ağaç dibinde birbirlerinin yaralarını üstlerinden kopardıkları çamaşırlarla bağlarlar, biraz dinlenir, tekrar kaçmaya yarası ağır olan Emine’nin artık takati kalmamıştır. Yüzbaşı Celal köye geldiğinden beri tuttuğu hatıra defterini bitkin kadının avuçları içine bırakıp, son bir güçle doğuya doğru yollanıp, ufuklarda kaybolur…Yaban Romanı İncelemesi Videolu AnlatımYaban Romanı İnceleme“Yaban, Karabibik ve Ebubekir Hazım Tepeyran’ın “Küçük Paşa”sından sonra köyü ve köylüleri konu edinen, devrin gerçekçilik düşüncesine uygun olarak yazılan üçüncü eserdir. Ancak konuyu diğer ikisinden farklı olarak tarihi ve sosyal bir problem şeklinde gündeme getirir.”Köylülere göre Ahmet Celal bir yabandır. Konuşması, tavırları, kısacası her şeyi onların tavırları dışındadır. Ahmet Celal, hayatındaki bir takım olumsuzluklardan kurtulmak adına Mehmet Ali’nin köyüne gider. Burada köylülerin arasına karışarak, yenilenmeyi unutmuştur. Ancak daha sonra bunun yazgı olduğunu fark eder. Bu şekilde de Yakup Kadri, konuyu sosyal bir boyut haline getirir. Yargıladığı Türkiye’nin aydın kısımlarıdır. Yaban ile birlikte Yakup Kadri, bu eseriyle düşler ülkesi gibi bir görünüm arz eden köy edebiyatını yıkar. Yaban incelemesiYakup Kadri’nin Yaban adlı eseri, gerçekçilik akımına uygun olan bir eserdir. Emile Zola ve Honore de Balzac’tan etkiler taşıdığı görülmektedir. Eserde özellikle de köylü kahramanların anlatılışında natüralizm akımının izleri de Kadri, kişilerini verirken kaba bir tasvirle verilmez. O ayrıntıları titişzlikle seçer. Anlatılan kişiyi yansıtan en tipik çizgileri kalınlaştırır. Kişilerin dış görünüşlerindeki ayrıntılarından çok kişiliklerinin dışa yansıması olan davranışları belirginleştirir. Yaban tahlili Romanın Ahmet Cemal’in anıları biçiminde yazılmış olması öz biçim uyumunda başarıyı sağlar.“Yakup Kadri, sağlığında romanın dilini sadeleştirmiştir. Bu sadeleşmelerde, eski sözcüklerin yerine yeni ya da daha anlaşılır karşılıkları konulmuştur. Örneğin; “halihamur – haşır neşir, emare – belirti, hırzıcan – dört gözle, levs – pislik, istihale – değişme, hassa – duygu, inhina – kıvrım vb.”Yakup Kadri, romanında “Batı kaynaklı” dediğimiz kelimeleri sıkça kullanır. Bunu ilk basımlarında görmekteyiz, ancak daha sonraları kelimelerin Türkçe karşılıklarını kullandığını görmekteyiz. Örnek olarak ; “klavn – soytarı, bas relief – kabartma, peplas – entari, kask – kasket, trofe – çelenk” gibi“Yaban’da özensiz yazıldığı kanısını uyandıran yada romandan çok “esasal” ya benzetilmesine ve eleştirmenlerin dikkatinin içeriğine çekilmesine neden olan şey belki de Yaban’ın roman türünün en önemli özelliklerinden yoksun görünmesi. Bir olay örgüsü yoktur. Dolayısıyla belli bir gerilime, bir gelişime, bir bütünlüğe de sahip değildir.” Yaban romanında bir takım kültürel unsurlarda bulunmaktadır. Bunlar aile, vatanseverlik, temizlik, namus Türk köy ailesinin en güzel örnekleri mevcuttur. Özellikle Mehmet Ali ve ailesi köy ailesinin tipik örneğidir. Ancak Mehmet Ali’nin ailesinin tuhaf davranışlar sergilemesi, misafirperverlik anlayışına ters kavramı da romanda geniş yer kaplar. Ahmet Celal’in vatanı uğruna bir kolunu feda etmiş olması, düşman işgalini yakından takip etmesi ve Ahmet Celal’in kurtuluşa olan ümidini hiçbir zaman yitirmemesi, vatanseverlik konusu da romanda özellikle vurgulanmıştır. Anadolu köylüsünün temizlikten yoksun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Ahmet Celal, köye geldiği sıralarda köyün ne kadar bakımsız ve pis olduğu abartılarak anlatılmıştır. Porsuk çayının bile pis olduğu bir yer teşkil eden namus unsuru da, olaylar içerisinde geçmektedir. Romanda Süleyman’ın karısının namusunu temizlemek amacıyla Cennet’ten boşanması ve daha sonra tekrar Cennet’le evlenmek istemesi anlatılır. Süleyman’ın başından geçenlerBir defa Cennet’i bulmak için haftalarca köy köy dolaşmış. Sonra bilmem nerede, ikisi de birden rastgelmiş. Cennet, onu önce tanımaz gibi görünmüş ama Süleyman ısrar edince demiş ki“Pekala, pekala ama, bu iş böyle olmaz aramızda geçeni duymayan kalmadı. Senin namusun beş paralık oldu. Şimdi bunun bir çaresi var; beni bir kere boşarsın namusunu temizlersin.” Yaban Romanının incelemesiYaban Romanı Olay Örgüsü⦁ Ahmet Celal’in kurtuluş savaşında kolunu kaybetmesi. ⦁ Kendini yalnız hisseden Ahmet Celal’in emir eri Mehmet Ali’nin köyüne gitmesi. ⦁ Köydeki insanların onun, hal ve hareketlerinin onlara ters gelmesi ve onlara uymamasından dolayı Ahmet Celal’e yaban adını vermesi. ⦁ Ahmet Celal’in bir gün dere kenarında gezerken Emine’yi görmesi ve ona aşık olması. ⦁ Emine’nin emir eri Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in nişanlısı olduğunu öğrenmesi. ⦁ Emine’nin İsmail ile evlenmesi. ⦁ Süleyman’ın karısı Cennet’in eve aşığını alması. ⦁ Köylünün Cennet ve aşığını evde basması ve ikisinin köyden uzaklaşması. ⦁ Yunan ordusunun köye gelmesi ve o zamana kadar köylüleri bir takım konulara inandıramayan Ahmet Celal’in, kahramanca tek başına Yunanlıların karşısına çıkması. ⦁ Bir kenarda saklanan köylülerin Yunanlılar tarafından bulunması ve köy meydanında toplatılması ve aralarında bir çatışmanın meydana gelmesi ve Ahmet Celal’in bu çatışmadan kaçarken, Emine’nin ağır yaralanması ve yürüyememesinin sonucunda, Ahmet Cemal’in günlüğünü Emine’ye bırakıp gitmesi. Yaban Romanı Şahıs KadrosuEserde baş kahraman Ahmet Celal’dir. Mehmet Ali, Salih Ağa, İsmail, Emine Cennet, diğer şahıslar olmakla beraber, bu kişilerin yanında çok az da tanınan kişilerde vardır. Mehmet Ali’nin sert mizaçlı annesi Zeynep Kadın, köylünün dini inançlarını istismar eden Şeyh Yusuf, diğer köylüler gibi milliyet duygusu gelişmeyen, Bekir Çavuş Ahmet Celal’e göre köydeki tek olumlu tipi temsil eden on bir on iki yaşındaki Hasan ile ninesi Emeti Kadını dekoratif unsur olarak diğer kişiler tek yönüyle tanıtılan karakterlerdir. Bu karakterlerin psikolojik derinliklerine inilmez. Bu kişilerin en akla geleni Ahmet Celal’in emir eri Mehmet Ali’dir. Salih Ağa ve muhtar da bu CelalRomanın baş kahramanıdır. I Dünya Savaşın da bir kolunu kaybetmiş yedek subaydır. Bir paşa çocuğudur. Çok karamsar bir yapıya sahip olduğunu görmekteyiz.“Daha otuz beşimize basmadan her şeyin bittiğini işin tamam olduğunu; aşkın arzunun, ümit ve ihtirasın bir daha uyanmamak üzere sönüp gittiğini kendi kendimize itiraf etmek; kendi kendimize, bütün mutluluk ve başarı kapılarının kapandığını söylemek ve gelip, burada bir ağaç gibi yavaş yavaş kurumaya mahkum olmak.” Böyle mi olacaktı? Böyle mi sanmıştım? Lakin işte böyle oldu ve böyle olması lazımdı?”Köylüler, Ahmet Celal’e yaban adını vermiştir. İlk başlarda buna kızar, ancak daha sonraları bu duruma alışır. Fakat köylülerin kendisine uzak durmasını içine sindiremez. Çünkü köylüye karşı bazı üstün özelliklerinin olduğuna inanmaktadır. “Zira, sağ kolumu, ben onlar için kaybettim.” “Ben Celal Paşa’nın oğlu Ahmet, emir eri Mehmet Ali’nin kardeşi bücür İsmail’i kıskanıyorum.” Ahmet Celal köye ve köylüler bir Türk gözü ile değil, Batılı bir aydının gözü ile bakmaktadır. Yani kendi toplumuna yabancı, kendini Batıya kendi insanından daha yakın gören bir Batı hayranı olarak karşımıza çıkar. “Ah ne ağır, ne sıkıntılı ve ne kadar kaba idi bu düğün! Mutlaka Avrupa’da bir cenaze bundan daha ferahtır”Ahmet Celal, romantik bir yapıya sahiptir. Bunun yanında vatanseverlik özelliği de roman boyunca görülür. Düşmana karşı köylüyü uyandırmak istemesi ve bunda da başarılı olamaması karşısında, düşmanın karşısına tek başına çıkması, onun bu iki özelliğini ortaya çıkarır. “Hayır, hayır artık bir harekette bulunmaya gücüm kalmadı. Burada kalıp öleceğim. Hatta onlar köye geleceği gün, askeri elbiselerimi giyeceğim. Önlerine kılıcımı sürüye sürüye çıkacağım. Ta ki ilk hamlede, süngüleri ile vücudumu delik deşik etsinler diye.”Kısacası, Ahmet Celal, bu romanda kendi toplumuna yabancı, romantik ve bedbin bir tip olarak karşımıza AliÇevre değişikliklerinden çok çabuk etkilenen bir yapısı vardır. I. Dünya Savaşı’nın bitiminde, köye döndükten sonra, davranış ve hareketleriyle tamamen değişmiş ve köylülere uymuştur. “Zaten buraya geldiğimiz günden beri, Mehmet Ali benim hükmümden büsbütün sıyrılmış, tamamıyla asker olmazdan önceki haline dönmüştür” Yaban İncelemesiİsmailMehmet Ali’nin kardeşidir. Soğuk yaradılışlı ve inançlı bir tip olarak karşımıza gelir. Ağabeyi askere gittikten sonra iyice küstahlaşır. Hatta annesine bile el Ağa“Köyün en zengini olmasına karşın, dilenci kılıklı bir tiptir. Çok sinsi ve menfaatperest bir karakteri onun ruh halin, ayaklarının ve ayak baş parmağının hareketleri ile tanıtır.”EmineEmine, Ahmet Celal’in aşık olduğu ve İsmail’in önce sevgilisi, sonrada karısı olan Emine karakter olarak fazla tanıtılmaz. Onu İsmail ile evlenmeden önceki çocuksu hareketleri ile evlendikten sonra olgun bir kadın olarak açısından düşük bir kadındır. Üstelik kurnazdır. Ahmet Celal cenneti romanda şöyle tanıtmaktadır “Cennet, levent gel gelelim kahkahası bol ve keskin bakışlı bir kadındır. Kaşlarını rastık çeker ve ellerine kına yakar. Başka kadınlar gibi erkekten ürküp kaçmaz. Herkesin içinde hatta benim bulunduğum yerlerde bile elini kolunu sallayarak, göğsünü gere gere dolanır. Tarlada çapa çapalarken, evde yemek pişirirken, derede çamaşır yıkarken durmaksızın şarkı çağırır.” Yaban İncelemesiSüleymanKılıbık ve korkak bir yaradılışlı bir tiptir. Onu şu satırlarla daha iyi tanıyoruz “Süleyman bütün manası ile, Türk masallarında ki keloğlan tipidir. İtaatli, kılıbık ve birazda filozoftur, ruhunun sonsuz derinliği vardır. … Onda bitmez tükenmez yolculukların yarattığı sabır, kuşlar, kurlarla düşüp verdiği sadelik, bir yüksek yaşantı haline gelmiştir.” Yaban İncelemesiZeynep KadınMehmet Ali’nin annesidir. Kaderine razı olmuş, ağlamayı bile unutmuş, tarlasının, evinin işlerini tek başına çekip, çeviren gerçek bir Türk anasıdır. Oğlunu, kocasını, askerde savaşlarda yitiren yoksulluk ve acılar içinde ömrünü çalışmakla geçiren Türk kadınını temsil YusufSalih Ağa, köyü ekonomik yönden sömüren bu yönde köylüler üzerinde baskılar kuran olumsuz bir tipleme ise Şeyh Yusuf köylüyü manevi yönden sömüren, bu yönde köylü üzerinde cinsel baskılar oluşturan olumsuz bir tiptir. Son derece cahildir. Dini bilgileri çok basittir. Temizliğe dikkat etmeyen çok pasaklı bir ÇavuşDaha önce askerlik yapmış olduğu için, Ahmet Celal’e öbür köylülerden daha yakındır. Konuşmalarıyla, iyimser ve cahil olması göze çarpar. Düşünce yapısıyla köylülerden farklı olmadığı izlenimini veriyor. Yaban İncelemesiYaban Romanında ZamanYaban’da zaman olarak I. Dünya Savaşı’nın bitiminden 1918 Sakarya Zaferi’nin kazanılışına kadar 1922 olan süre alınır. Romanlarda genel olarak üç türlü zaman kullanımı vardır ⦁ İleriye sıçramalı zaman kullanımı ⦁ Geriye sıçramalı zaman kullanımı ⦁ Kozmik zaman kullanımıYaban’da ileriye sıçramalı zaman kullanılmıştır. Bu süre 1918’den 1922’ye kadar olduğu için ileriye dönük denmiştir. Yaban Romanında MekanRoman, anı biçiminde yazılmıştır. Yazar eserini Kurtuluş Savaşı sıralarında Haymana Ovası’nın ortasında, Porsuk Çayı kıyısındaki bir Anadolu köyüne yerleşen Ahmet Celal’in anı defteri olarak sunar. Köyün adı romanda verilmemektedir. Giriş bölümünde şöyle anlatır. “Garp Cephesi kumandanlığının gönderdiği Tedki-i Mezalim Heyeti’ o viranelerde, taşlar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken bu kitabı teşkil eden yazıları, ortasından yırtılmış ve kenarları yanmış bir defter halinde buldu.”Anlatma Problemi Yaban Romanı Dil ve ÜslupYakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ilk eserleri Servet-i Fünun topluluğunun dil anlayışına uygundur. Çok tamlamalı ve süslü yazmıştır. 1915 yılından itibaren Ziya Gökalp’in dilde sadeleşme ilkelerine uygun eserler vermiştir. Yaban da bu anlayışa uygun olarak yazılmıştır. Yaban İncelemesiÜslubuna gelince; Yakup Kadri’nin kendine has bir üslubu mensur şiire yaklaşan anlatımı romanlarında da görmek mümkündür “Fakat benim sürüme ne oldu? Hani adam nerede? Çoban Ankara’nın yalçın kayasının üzerinden sesleniyor, sürüyü toplamaya çalışıyor. Sana selam ey mübarek çoban! Gazan mübarek olsun? Fakat günün birinde sürünü topladığın zaman, ben onun içinde bulunabilecek miyim? Bu köy burada tek başına küflenmekte ve ben, tek başıma göz yaşlarımı içime çekmekte devam edeceğim. Bir türlü kaynaşamayacağız” Yaban’da, yine üslup özelliği olarak sayabileceğimiz bir konu daha vardır. Ahmet Celal, romanın bazı yerlerinde heyecanlanıp,uzun tiradlara başlamaktadır. Buda romanın akışını engellemektedir. “Yazıklar olsun seni vatanı sevmesini bilmeyenlere ey, gamlı ülke! Seni sevip senin sessiz dramın içine gömülüp gitmekten korkup çekenlere! …” Yaban İncelemesiYakup Kadri, 1912 yıllarında Yahya Kemal ile birlikte Nev-Yunanilik akımının öncülüğünü yaparlar. Bu görüşe göre eski Yunan Edebiyatı’nın edebiyattan düşünce tarzından ve felsefesinden faydalanmak gereklidir. Yahya Kemal bu görüşün yanlış olduğunu erken anlayıp bu görüşten vazgeçer. Yakup Kadri ise, bu görüşü bir müddet yaymak istediyse de bunda başarısız oldu. Nev-Yunanilik anlayışının örnekleri onun üslubunu meydana getiren, bir estetik unsuru olarak romanlarında görüldü. Yaban’da bunun örneklerine açıkça bir yerde “Homeros devrindeki kızlara” benzetilirken, bir başka yerde “taştan Diana”ya benzetilmektedir. Emine ise, romanın bir sayfasında Ahmet Celal’in Bergama’da gördüğü bir kadın kabartmasına benzetilmektedir. Yakup Kadri tasvir sanatını ustaca kullanmıştır. “Askerlerin hepsi, toza toprağa bulanmış, derileri güneşten paslı bakıra dönmüş sakalları diken diken uzamış, üst baş perişan bir haldeydi. Tam bir bozgun askeri” Yaban TahliliYukarıdaki cümlede benzetme sanatını da iyi bir şekilde kullandığını sık sık uzun cümleler kullanmıştır. “Onun çok kere küçük boz eşeğin taşıyamadığını en ağır yükleri alnından bir damla ter akmadan, dimdik taşıdığını görmüş ve tarlada saatlerce belini doğrultmaksızın çalıştığına şahit olmuşumdur. ”Yaban’da hayvansal benzetmeler de başvurulmuştur. “Bu köyün insanları her biri kendi yuvasında kunduza dönmüş.”Yazarın buradaki amacı, doğayla insanları bütünleştirmekten çok köylülerin ilkelliğini, iç güdüleriyle yaşayan hayvanlar gibi doğaya yakınlıklarını Romanı YapıRomanın giriş bölümü Çanakkale de aldığı bir kurşunla sağ kolunu kaybeden ve yapayalnız kalan Ahmet Celal’in İstanbul’un işgali ile emir eri Mehmet Ali’nin Porsuk Çayı yöresine gitmesiyle başlar ve Ahmet Celal’in köylü ile tanışmasına kadar sürer. Yaban TahliliGelişme bölümü ise, Ahmet Celal’in köylülerle tanışması onlarla karşı karşıya gelmesinden, Yunan ordusunun köye gelmesine kadar devam ise Yunan ordusunun köye gelişinden, Ahmet Cemal’in anı defterini Emine’ye bırakıp gitmesiyle son bulur. Romanda Ahmet Cemal köylülerin farkına varmaları için geçmesi gereken zamanı beklemeden, aralarında onların arasında bulunmasının hakiki anlamını ve kaybettiği sağ kolunun önemini bilmelerini ister. Ancak köylünün içinde bulunduğu dünya bunun çok ötesinde olduğu için aralarında uyum sağlanamaz. Bunun sonucunda da Ahmet Celal’in temsil ettiği aydın ile Mehmet Ali’nin köyündekilerin temsil ettiği halk arasında büyük bir çatışma meydana gelir. Esas olarak ta bu romanda “adın ile halk arasındaki bu çatışma anlatılmaktadır” Yaban TahliliYaban’daki nesil çatışmaları, aydın-halk çatışmasının gölgesinde kalır. Ahmet Celal’in varlığı; başlangıçta romanın ön planında olan ve kopuk kopuk anlatılan köylülerin dramlarıyla arka planda başlayıp, giderek öne çıkan milli mücadele’yi birbirine bağlar. Aydın ile halk arasındaki anlaşmazlıklarda bundan ileri gelir.”Ancak bu çatışmaların esas sebebi, eski nesillerin halkla ilgilenmemesi olduğu için, bunu da nesil çatışması olarak görmek mümkündür .Bunun sonucunda romanda bulunan çatışmaları, siyaset, aydın halk uyuşmazlığı, ailevi meseleler ve evlilik konularında toplanabilir. Siyasi çatışmada; yeni nesli Ahmet Celal temsil etmektedir. O ruhen büyük mücadeleye bağlıdır. Bundan dolayı İstanbul hükümetiyle siyasi bakımdan ayrılmaktadır. Mütarekenin getirdiklerine boyun eğmemek bunları reddetmek ve karşı koymayı göze almak; siyasi bir çatışmayı doğurmaktadır. “Aydın-halk çatışması da; Ahmet Celal’in köydeki durumundan dolayı kaynaklanmaktadır. Bunun sebebi de önceden beri aydının halka ilgi gösterememesine bağlıdır. Bu kopuklukta yine nesil çatışmalarında ileri gelmektedir.” Yaban TahliliAhmet Celal köye geldiği sıralarda İstanbul işgal altındadır. O kozmopolit bir ortamdan gelmiştir. Ve rahat edebileceğine inandığı Anadolu’ya sığınmak istemiştir. Fakat hayalindeki köyle karşılaşmaz. Eve girişini de “ameliyat masasının başına getirilen, bir hasta gibi teslimiyetle eğildim bir delikten içeri girdim” sözleriyle anlatır” Alevi meseleler ve evlilik konularındaki çatışmalar, romanın asıl üzerinde durulan konunun ortaya çıkması için yer verilen çatışmadır. Bundan dolayı da bu çatışma romanın sonuna kadar gitmez. Yaban TahliliRomanda bu çatışmayı şu şekilde görmekteyiz. Mehmet Ali’nin kardeşi olan İsmail’in ilk başlarda sakin bir yapıda olması, annesi Zeynep Kadının onu bir çok kez dövmesine rağmen ses çıkarmaz. Ancak İsmail, abisi Mehmet Ali’nin askere gitmesinden sonra tamamen değişmiştir. Hatta annesine bile de el konusunda da; Ahmet Celal’in İsmail’in nişanlısına aşık olması Zeynep Kadının zaten olumsuz olan tutumuna onu daha da alevlendirmiş ve annesini “benim yanıma getirmez, istediği yere götürsün.” demesine sebep olmuştur. Ancak İsmail kararlıdır. Ağabeyi Mehmet Ali’nin askerden gelip onu evire çevire dövmesine rağmen bu kararından vazgeçmemiştir ve Emine ile evlenmiştir. Yaban TahliliRomanda ferdi olarak başlayıp, ferd-toplum çatışması şeklini alan, bir başka husus daha vardır. Köyde bulunan Cennet, diğer kadınlara göre çok farklıdır. Kısacası hareketleri çok rahattır. Ahlaki bakımından da kimseye benzemez. Bir gün ahırın kenarında bir adamla yakalanır. Ancak bunu insanlara onun amcasının oğlu olduğunu şeklinde söyler. Kocası Süleyman’ı da bu konuya inandırır. Ve Süleyman bu konuyu kapatır. Ama Süleyman’ın bu adamı sürekli aramasından dolayı Cennet, onu tehdit etmeye başlar ve aşığını eve alır. Bu durum bütün köyü rahatsız eder. Bekir Çavuş’un Cennet’i çeşme başında sıkıştırması, onu aşığını eve alma kararından vazgeçiremez ve ancak Süleyman’dan boşanacağı zaman vazgeçeceğini belirtir. Ancak Süleyman bir türlü vazgeçemez. Sonunda köylüler Cennet’in evini basarlar ve üstüne yürürler. Bu olaydan sonra Cennet aşığıyla köyden uzaklaşır. Süleyman ise kara sevdaya tutulur. Yaban Romanı TemaTema olarak; aydınlar tarafından yüz yıllarca yüzüstü bırakılmış köyü Anadolu’yu, Anadolu insanını bütün çıplaklığı, açıklığı ve sertliğiyle göz önüne seriyor. Bu konuda aydınlarımızı suçluyor yazarımız. Yazar, Anadolu bozkırlarındaki Anadolu insanının feryadını, Türk aydınına, yurt sorumluluğunu anlatmak istiyor. Yaban Tahlili Her romanın anlattığı bir şey vardır ve roman anlatıcı ile anlatılan’a dayalıdır. Anlatıcı araç konumundadır ve bir hikâye anlatmak için vardır der Mehmet Tekin ve vakayı ya da olay’ı şöyle ifâde eder “Vak’a sözlük anlamı itibariyle olup geçen şey’ demektir. Romancı, kaleme alacağı romanın epik’ yapısını bu olup geçen şey’le hatta olması mümkün şeyle kurar. Bu durumda vak’a, roman denilen edebi türün vazgeçilmez öğesi olmaktadır. Aslında vak’a, romana değil, hayata ait bir parçadır ve hayatta rastladığımız, yaşadığımız, yaşayabileceğimiz bir şeydir Romancı sanatın dar anlamda dilin sağladığı imkânlarla onu ehlileştirir ve amacı doğrultusunda onu, yeniden biçimlendirir.”[1] Bu noktada aslında Eco’nun “kurmaca anlatılar, hakikati söylüyor gibi yapar ya da hakikati bir kurmaca söylem evreninde söylediklerini öne sürerler.” sözüne paralel bir söylemdir. Aktaş, ” Öyleyse vaka herhangi bir alâka ile bir arada bulunan veya birbiriyle ilgilenmek mecburiyetinde kalan fertlerden en az ikisinin karşılıklı münasebetlerinin tezâhürüdür.” diyerek olay olgusunun birbiriyle ilgili fertler arasında oluşacağını, böyle bir alâka bulunmadığı takdirde fertlerin birbirinden habersiz olacağını, dolayısıyla da onlar arasında herhangi bir münasebetin varlığından söz edilemeyeceğini dile getirmektedir. Tekin şöyle devam eder “Yeniden diyoruz; çünkü romanın genel dokusu içine çekilen vak’anın kurmaca yapının içinde yer alan vak’anın, edebî bir boyut kazanması için bir mekâna, zamana ve şahıs kadrosuna ihtiyacı vardır. Bunlar gerekli fakat yeterli değildir; yani dilin devreye sokulmasıdır. Dil, roman söz konusu olunca, bir bilinçlendirme mekanizmasıdır. Vak’aya, şahıs-mekân-zaman’ düzleminde canlılık kazandıran dildir.”[2] Olaylar dizisi neleri kapsar? “Olaylar dizisi action-fortune bir romanda başkişinin ahlâk durumu, sosyal durumu, şöhreti, maddi varlığı, sevdikleri, sağlığı ve geçimi üzerinde durur. Olaylar dizisi, başkişinin mutluluğu veya mutsuzluğu, plânlarının başarı veya başarısızlığı ile çözüme kavuşur.” [3] Olay örgüsünü, ” Olayların sebep-sonuç ilişkisine göre anlatılmasıdır.” diye açıklayan Forster, bir örnekle açıklamasını somutlaştırmaktadır ” Kral öldü, arkasından kraliçe öldü’ dersek, bu hikâye olur. Kral öldü, sonra üzüntüsünden kraliçe de öldü’ dersek, olay örgüsü olur. Zaman dilimi bozulmuş değildir; ancak sebep-sonuç ilişkisinin iyice gölgesinde kalınmıştır.”[4] Yani olay öyküsü, Niçin ölmüş?’ sorusunu sorduğumuz yerde başlar; ne olduğu değil, neden olduğu sorusu bizi öykü ile olay örgüsü arasındaki farka ulaştırır. Bu noktada devreye zekâ ve bellek girer, bu iki unsur olay örgüsünün temel taşlarıdır ve salt merak öğesinin sağlayamadığı şeyi verirler bize gizem. Forster olay örgüsünün özelliklerini şöyle verir 1. Olay örgüsü yalın ve özlü olmalı, 2. Karmaşık olduğu durumlarda bile, tüm parçaları, canlı bir varlığın parçaları gibi birbirine bağlanmalı, içinde ölü hiçbir şey kalmamalı, 3. İçinde gizem olsa dahi okuyucuyu yanıltmaktan kesinlikle kaçınmalıdır.[5] Günümüz romanına baktığımızda olay örgüsünün özelliklerinin geliştirilebileceği / değiştirilebileceği düşünülmekte, roman yazarının romanı denetim altına almaması gerektiği, tam tersi onun buyruğuna girip romanın sürüklediği yönde gitmesi gerektiği[6] savunulmaktadır. Bu da Wellek’in olay örgüsünü oluşturan, bütün elemanları içine alan yapıda motiften kişiye kadar bütün elemanların… [7] karışıklığa, düzensizliğe, anlaşılmazlığa neden olacak, kurmaca metinin mantıksal temelinin bozulması anlamına gelecektir. Bu durumu Tekin bir kusur olarak ifâde eder, amacın olayları bütünüyle anlatmak değil, olayları belli bir amaç doğrultusunda, hayatın kronolojik disiplinine uymak zorunda olmadan, belli bir düzene sokarak disiplin ve bütünsellik içinde sunabilmektir, diyerek konuya açıklık getirmektedir. Norman Freidman bu konuyu biraz daha genişletir “Bir eserde bütünü oluşturan parçaların birbirleriyle bağlantılı olduklarını, bütünün bu beraberliğe eşit olduğunu söylemek yeterli değildir. Bununla beraber bütünü amaç, parçaları ve kullanılan teknikleri amaca götüren araçlar olarak görürsek, edebî değerlendirmede mesafe aldığımızı hissederiz. Bir eserdeki parçalar ve teknikler, sadece bir hikâyeyi anlatmak için değil, bir fonksiyonu yerine getirmek, bir amacı gerçekleştirmek için vardırlar ve amaç, öze bağlı estetik bir biçim yaratmaktır. Bir yazar, bir eseri yaratırken, bilinçli veya bilinçsiz olarak belli bir amaca hizmet etmek, belli bir etki yaratmak ister. Eserini yaratırken, nereden başlayacağını, materyalinin ne kadarını, ne gibi bir düzenleme içinde sunacağını, neyi vurgulayacağını, hangi unsurları ikinci plânda bırakacağını, eserini nerede ve nasıl bitireceğini tayin ederken karşılaştığı önemli estetik meseleleri çözmekte yazara rehberlik eden temel ilke, gerçekleştirilecek amaçtır.”[8] Bu amaç ise eser okunduğu zaman okuyucunun vardığı sonuç olarak belirtilir ve romanın yapısını plot roman başkişisinin yaşadığı değişme sürecini etkileyen, iki veya daha çok episoddanaynı merkez etrafında, bir sistem içinde gruplaştırılarak sunulan olaylar zinciri oluşmuş, başlangıcı, ortası ve sonugiriş, düğüm ve çözümü olan bir yapı olarak sunar. Kısaca olaylar dizisinde amacın belli bir disiplin etrafında, neden-sonuç ilişkisi içinde verilmesine ek olarak, bu süreçte romanın özünün oluşturan üç değişken unsuru, romanın başkişisinin ruh durumu- karakter ve davranışları-çevre içindeki durumu ve bunların okuyucuda uyandırdığı tepkiler. Bu da – estetik anlamda bir romandaki olaylar dizisiyle, bu dizinin bizde uyandırdığı duygu silsilesinin etkileşimi- romanın yapısını anlamak demektir. [9] Romanlarda kullanılabilecek yapı biçim özellikleri şunlardır “Olay unsurunun sentezleyici olduğu yapılarPlots of fortune-action Sir Arthur Canon Doyle’un, Wilke Collins’in eserleri. Merhamet uyandıran yapı tipleri The pathetic plot Tess, Üç KızkardeşThe Three Sisters, Satıcının ÖlümüThe Death of a Salesman, İhtiras TramvayıA Streetcar Named Desire, Sokak Kızı Maggie Maggie A Girl of the Streets… Trajik yapı tipleri The tragic plot Oedipus rex, antigone, Othello, hamlet, Lear, Julius caesar… Cezalandıran yapı tipleri The punitive plotHedda Gabler, Volpone, Tartuffe, Duygusal yapı tipleri The sentimental plot Anna Christie, Cymbeline… Takdir duygularımızı uyandıran yapı tipleri The admiration plotGranada’nın fethiThe Conquest of Granada, Davis’in KışOpen Winter… Karakter unsurunun sentezleyici olduğu yapılarPlots of character İhtiras yolu, Portre, Bir Hanımefendinin Portresi, Faulkner’in AyıThe Bear… Karakterde reformu ifade eden yapı tipleri The reform plot Kırmızı MektupThe Scarlet Letter, Toplumun Temel Direkleri The Pillars of the Community… Karakterin denendiği yapı tipleri The testing plot Hemigwey’in Çanlar Kimin İçin ÇalıyorFor Whom the bell Tolls Başkişinin karakterinde bozulma görülen yapı tipleri The dejeneration plot Chekhov’un İvanov ve Martı’sı, İmparator Jones, Gece Güzeldir… gibi diğer romanlar. Fikir unsurunun sentezleyici olduğu yapılarPlots of ToughtHuckleberry Finn, Deniz Feneri, Harp ve Sulh, Gorki’nin Bir Sonbahar gecesi One Autumn Night… Bir uyanışı hikâye eden yapı tipleri The revelation plotRoald Dahl’ın Köpeğe Dikkat EdinBeware of the Dog… Bir gerçeğin sonucuna bağlı olarak gelişen yapı tipleri The affective plotJean Stafford’un Köyde Bir Aşk HikâyesiA Country Love Story, Wartson’un Öteki İkili The Other Two… Hayal kırıklığı ifade eden yapı tipleri The disillusionment plot O’Neill’in Kıllı MaymunThe Hairy Ape, Joyce’un Küçük BulutA Little Cloud…”[10] [1] Tekin Mehmet, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, [2] Tekin Mehmet, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, [3] Freiddman Norman, “Romanda Yapı Şekilleri” , Philip Stevick, Roman Teorisi The Theory of the Novel, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. [4] Forster Roman Sanatı, Ç Ünal Aytür, Adam yay. 1985 [5] Forster Roman Sanatı, Ç Ünal Aytür, Adam yay. 1985 [6] Forster Roman Sanatı, Ç Ünal Aytür, Adam yay. 1985 [7] Wellek Austin. Theory of Literature,1978 Edebiyat Biliminin Temelleri, çev. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,1983, [8] Freiddman Norman, “Romanda Yapı Şekilleri” , Philip Stevick, Roman Teorisi The Theory of the Novel, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. s136-155. [9]Freiddman Norman, “Romanda Yapı Şekilleri” , Philip Stevick, Roman Teorisi The Theory of the Novel, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. s. 141-142. [10] Freiddman Norman, “Romanda Yapı Şekilleri” , Philip Stevick, Roman Teorisi The Theory of the Novel, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. s. 147-155. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Ayyıldız’la ortak yayındır İlgili

yaban romanının olay örgüsü kısaca